“Bir araya gelip çalmaya başladığımızda pek konuşmayız, bir şeyler doğru gelene, bir atmosfer yakalayana kadar çalarız; sonra ortaya çıkan şeye şekil veririz ta ki bütünlüklü bir şeye ulaştığımızı hissedene kadar,” diyordu Jónsi ‘Heima’da (bizlere ‘ev’ diyebileceğimiz bir yerin hayalini kurduran, damarlarımıza bir tür dinginlik zerk eden Sigur Rós belgeseli). Bir dinleyici olarak Sigur Rós’u tanımlamaya en çok yaklaşabileceğim yer burası belki: Hesaplanmıştan ziyade el yordamıyla bir araya gelen notalar. Zamanda ve mekânda açıklık ve ferahlık duygusu. Bu duyguları yoğunlaştırır ya da seyreltirken çalınan enstrümanlara giderek daha dikkatli ve özenli bir biçimde kazandırılan müzik. Notalara eklenen bilmediğimiz, epey uzak bir dilin kelimeleri, fonetiği.
‘Heima’dan sonra bize soğuk, ama iç ısıtıcı; uzak, ama büyülü gelen İzlanda’nın dilini bilmediğim için şanslı addediyorum kendimi (İzlanda söz konusu olduğunda kendimi şanslı hissettiğim nadir şeylerden). Gerçi Hopelandic var bir de. Grubun, ilk albümü ‘Von’dan itibaren bazı şarkılarında kullandığı, ama tam anlamıyla ‘( )’ albümünde duyma/dinleme şansına eriştiğimiz, Sigur Rós’a en yakışan dil. Müziği anlamsız kelimeler ve sesler üzerinden çok anlamlılığa açan, müzikle kurulan ilişkiyi başka bir düzeye taşıyan, bir şarkıyı her dinlediğinizde tanıdık, ama farklı bir dil evreni içinde dolanmanızı sağlayan uydurma bir dil Hopelandic. Başka bir dile kabaca da olsa çevirisini yapmanıza olanak tanıyabilecek bir grameri ya da kurallar dizisi yok. Jónsi’nin sesinin/vokalinin şarkılardaki uzantısı bir nevi; çeviri tamamen bizlerin tasarrufunda. Biz İzlandaca bilmeyen ya da herhangi bir Nordik dile aşina olmayanlar için Hopelandic, Sigur Rós’un bütün şarkılarını içinden söylediği bir dile dönüşüyor aslında. Parçaları dinlerken kelimelerin yan yana geldiğinde ne ifade ettiğini değil, Sigur Rós müziğinin sizde hangi kelimeleri çağırdığını bulmaya çalışıyorsunuz el yordamıyla. İlk ve tek İngilizce parçaları ‘All Alright’ için de geçerli aynı şey. Duyduğunuz kelimeler tanıdık gelse bile o tanıdıklığı kıran, kendine içkin bir başka dili var Sigur Rós müziğinin. Hopelandic o dil içindeki bir unsur sadece ve bizi tam anlayamadığımız bir şeyleri tarif etmeye yönelten müziğin ayrılmaz bir parçası.
Sigur Rós, kendi irili ufaklı, ama hep ‘burada’ olan şehirlerimizden, mahallelerimizden, ev içlerimizden bizi geçici bir süreliğine de olsa başka yerlerde ve zamanlarda dolaştıran, aynı zamanda hepimizin aynı gökyüzü altında olduğunu hissettiren bir müzik yapıyor. Anın içinde alan açıyor. Tanıdık kelimelerle anlatabilecek şeylerin çok da bir anlamı yok bu yüzden, kendi Hopelandic yolculuğumuzun sesleri yeter.