12 yıl önce üniversite için İngiltere’ye doğru yola çıktığımda bu kasvetli ülkeyle ilgili çok büyük beklentilerim yoktu. Uçak Londra’ya doğru ilerlerken kısa zamanda gezip tüketeceğim birkaç müze dışında ufak bir mahalle pub’ı ve Türk yemekleri bulabileceğim bir restoran dışında fazla bir şey istemiyordum açıkçası. Bir de yol boyunca müzik çalarımda dönüp duran ‘Uh Huh Her’e kulak kabarttıkça keşke bir PJ Harvey konserine gidebilsem diye içimden geçiriyordum.
Dileğim birkaç ay sonra Sussex’te ufak bir konser salonunda gerçekleşti. PJ sahneye çıktığında kibarca ve çekinerek selamladı bizi, birkaç kelime konuştu, ardından tek başına gitarıyla ‘Oh My Lover’ı söylemeye başladı. Birden o mahcup hali uçup gitti şarkı söylerken, güçlü ilahi bir varlığa dönüştü. Tüm salon konser bitinceye kadar gözlerini bir saniye bile ondan alamadı. Sonrasında yıllar süren üniversite hayatım boyunca hep yanımda oldu PJ Harvey. Ben de onun müziğinden hiçbir zaman sıkılmadım. Yetişkinliğe adım atmaya hazırlanan bir kadın olarak şarkılarında bazen teselli kimi zaman da cesaret buldum. Çekme kasetlerle başlayan PJ Harvey hayranlığım zamanın ruhu denen kaypak şeye rağmen hiç eksilmedi. Sadece bir tür kader yoldaşlığı ya da empatiden kaynaklanan bir hayranlık da değil üstelik bu. Basit olanı mükemmelleştirme konusunda onun kadar usta bir şarkı yazarı 40 yılda bir gelir herhalde. Böylesine ince bir kelime sarraflığı, üç akorda dünyanın en ilginç melodilerini yaratabilmek her sanatçıya nasip olmaz. Bir tarafta Bob Dylan, Patti Smith, Joni Mitchell varsa diğer tarafta da PJ var benim için, en az bu isimler kadar usta ve büyük.
20 yıldan uzun zamandır ayakları yere basarak yoluna devam ediyor. Efsane katına falan yükselmeye çalışmıyor, kendini bir ikona dönüştürmüyor. Sansasyon yaratmıyor. Sadece yaşlanıyor ve yaşlandıkça da gözüne çarpan şeylerin önem sırası değişiyor tıpkı kendi hayatımda bana olduğu gibi. Zaman geçtikçe kendi içinde kopmakta olan kıyamet kadar içinde yaşadığı dünyanın kıyametine de daha dikkatli bakmaya başlıyor insan. Savaş, yoksulluk ve şiddet kafamızı çevirdiğimizde yok olan şeyler değil. PJ de küçük hikâyelerle, özenle seçtiği simgelerle bize bu durumu anlatıyor. Bir vaizden çok bir hikâye anlatıcısı olarak. Savaş meydanından seçtiği üç beş nesne ile insana oranın dehşetini yaşatabilmek deha değil de nedir?
Sanatçı gerçekten de yaşadığımız hayatı, her gün gördüklerimizi, yaşadıklarımızı ilginç ve garip kılabilen insansa PJ Harvey için en kestirmeden sanatçı diyebiliriz sanırım. Her ne kadar benim için anlamı bundan çok daha fazla olsa da.