[title]
Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nin en güzel sürprizlerindendi ‘Victoria’. Nasıl çekilmiş, bunu nasıl yapmışlar diye sinema çıkışından sokak sonuna kadar herkesin birbirine bakıp hararetle konuştuğu filmlerden biri oldu. Tamamı tek bir planda çekilen ‘Victoria’da, hayranlık uyandıran görüntü yönetmeni ilk sahneden son sahneye kadar karakterlerin peşine takılıyor, onların ensesinden bir an olsun ayrılmıyor. Beş ana karakterin koşuşturmacasına o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi, filmin tek plan olduğunu önceden öğrenip o gözle izlemeye kararlıysak bile, kurgunun ritmine ayak uydurup unutuyoruz tüm bu teknik meseleleri. Sırf görüntü yönetmeninin yarattığı harikalarla değil, duygusuyla da çarpıyor insanı ‘Victoria’.
Berlin’deki sıradan bir gece kulübünde tanışıyoruz Victoria’yla. Henüz 20’lerinde, oldukça kırılgan ve yalnız duruyor. Kamera onun tam dibinde; ilk ve son kez sabit. Etrafına bakınıyor Victoria, belli ki kimseyi tanımıyor buralarda. Almancası biraz kırık. İspanya’dan gelmiş Berlin’e, tüm gün bir kafede üç kuruşa çalışıyor. Daha gün ağarmadan açmak zorunda olduğu kafeye gitmek üzere yürüyor, bardan çıkarken dört çatlak tipe rastlıyor. Yabancı olduğunu anlayınca, “asıl Berlinli biziz, gerçek Berlin’i görmek istersen bizimle takılmalısın,” diyorlar ona. Bir şekilde aklını çeliyorlar. Onlarla tenha Berlin sokaklarında dolaşmaya başlıyor Victoria. Biz de arkalarından… Diyaloglar, kameranın hareketleri, oyuncuların edaları öylesine basit ve sahici ki, hemen tavlanıyoruz bu gruba. Gizlice bir apartmanın terasına sızıyoruz birlikte. Orada Berlin üzerindeki gökyüzünü izliyoruz. Muhabbetlere ortak oluyoruz.
Almanya dışında pek az kişinin adını bildiği Sebastian Schipper’in yönettiği filmin büyüsü de büyük oranda böylesi sahnelerde ortaya çıkıyor. Berlin’in varoşlarından olduğu çok belli bu küçük ve tatlı çetenin lideri Victoria’ya aşık oluyor bir çırpıda. Bu anlarda ‘Before Sunrise / Gün Doğmadan’ın (1995) Berlin versiyonunu izler gibiyiz. Çetenin üyeleri daha birkaç saat önce tanıştıkları Victoria’yla kedi köpek gibi oynayıp onu merdivenden sırtlarında taşırken yaşanan spontane bir öpüşme sahnesi var mesela; öylesine doğal bir anı Linklater bile zor yakalar. Film sonlara doğru fazla tahmin edilebilir bir hal alıyor ve gereksiz yere uzamış hissi veriyor. Son yarım saat bahsettiğimiz doğal anlardan nasibini almıyor. Yine de, çıkınca üzerinizde derin iz bırakan cinsten bir film ‘Victoria’. Gecenin geç saatlerinde başlayıp sabahın köründe biten bir koşuşturmacadan dolayı bitap düşüyoruz biz de. Öz ve hakiki Berlin’e dair birkaç şey öğrendiğimizi de hissediyoruz sahiden.