[title]
Roald Dahl’ın 1982’de yayınlanan kitabı ‘The BFG’ yetim bir kızın uykusunda iyi kalpli, vejetaryen bir dev tarafından kaçırılıp kötü kalpli et yiyen canavarların olduğu garip bir dünyaya sürüklenmesini anlatır. Kitabın sinema uyarlamasında Steven Spielberg kendine hedef kitle olarak kitabı hâlihazırda okuyup seven çocukları seçmiş ve Dahl’ın hikâyesine daha iyi nüfuz edebilmek için ‘E.T.’nin senaristi Melissa Mathison ile çalışmış.
Mark Rylance’ın hayat verdiği dev bir yandan uyuyan insanların kulaklarına düşler ve kâbuslar fısıldar. Bir yandan da kötü kalpli, et yiyici devlere karşı savaşında Kraliçe’ye (Penelope Wilton) yardım eder. Spielberg, Dahl’ın öyküsüne şaşırtıcı derecede sadık kalmış, sadece kâbusların dehşetini ve şiddetin dozunu birazcık azaltmış.
Ortaya çıkan bu aslına sadık fakat biraz durağan yapımda Spielberg tıpkı 2011 tarihli ‘The Adventures of Tintin’de olduğu gibi gerçek görüntülerle animasyonu harmanlayan bir teknolojiden yararlanmış. Pencereden uzanıp Sophie’yi (Ruby Barnhill) yatağından kaçıran koca elleri gördüğümüz ana benzer, yürekleri ağza getiren birkaç sahne daha var filmde. Ancak size “Acaba teknoloji, yazının hayal gücümüzü ateşleyen kuvveti karşısında nihai zaferini ilan edebilecek mi?” sorusunu sorduran abartılı animasyon sahneleri de mevcut.
Yine de Spielberg’ün oyuncu Mark Rylance’ı kullanarak yarattığı karakter teknolojinin ne denli hızlı ilerlediğinin tebliği gibi; perdede canlı, mucizevi ve gerçekten dost canlısı bir karakter var. Bu koca devin Sophie ile kurduğu dostluk da gayet inandırıcı. Sophie her ne kadar filmin başlarında can sıkıcı derece çokbilmiş olsa da Barnhill’in performansı sayesinde karakter kırılgan ve sevimli bir surete bürünüyor.
Spielberg kitabın yazıldığı dönem olan 80’lerin referanslarını korumuş görünüyor. Reagan’ın başkan olduğu dönemde yazılan kitapta Kraliçe’yle temas halinde olan Boris adında gizemli bir politikacı var mesela. Hikâye sanki ‘E.T.’nin tam tersi gibi; yabancı topraklarda mahsur kalıp eve dönmeye çalışan yabancı yaratık yerine küçük bir çocuk var karşımızda bu kez. Devin silüetinin güneşin önünde belirdiği sahnede Spielberg de ‘E.T.’ye bir selam çakmış zaten. Tüm artılarına rağmen, filmde bir eksiklik olduğu hissinden kurtulmak mümkün değil. Bu da şüphesiz mizaha yetince yer olmamasından kaynaklanıyor, film bu açıdan bir ‘Paddington’ değil. Kitaba sadık kalınmaya çalışılırken kişisel dokunuşlardan mahrum kalması da filmi zayıf kılıyor, bu açıdan da bir ‘Fantastic Mr. Fox’ değil. Eksiklikleri bir yana yaratıcı ve zengin bir çocuk filmiyle karşı karşıyayız. Rylance’ın devi çocukların yeni favori kahramanı olursa kimse şaşırmasın.