[title]
Geçmişinizi yeniden yaratamazsınız, sadece kafanızda tekrar tekrar yaşayabilirsiniz. Günler, haftalar, aylar geçtikçe siz de gitgide yeni birine dönüşürsünüz. Danny Boyle’un eğlendiren ve düşündüren filmi ‘T2 Trainspotting’in temelindeki fikir de bu, geçmişin şimdiki zamanla çatışması.
Irvine Welsh’in ‘Porno’ romanından yola çıkarak John Hodge’un senaryolaştırdığı ‘T2 Trainspotting’de Renton (Ewan McGregor) Amsterdam’dan Edinburgh’a döner. Geride kalanlara baktığımızda ise hayatın Spud’a (Ewen Bremner) pek iyi davranmamış olduğunu, Sick Boy’un (Jonny Lee Miller) ise bir şantaj ve fuhuş şebekesini yönettiğini görürüz. Begbie (Robert Carlyle) ise hapistedir ve yıllar önce Renton’un gruba ettiği ihaneti hâlâ sindirememiştir.
‘T2’ ifadesi ‘take two’ (ikinci çekim) manasına geliyor olabilir; arkadaşlık ve ihanete ikinci bir bakış... ‘T2 Trainspotting’de ilk filmden sahneler ve karakterlerin çocukluklarına geri dönüşlerle de karşılaşıyoruz. Müzik ise yine aynı derecede önemli ancak film bir tık daha karamsar ve mizah geri planda.
‘T2 Trainspotting’, heyecan verici ve nahoş bir intikam hikâyesi anlatmaya çalışırken geçen zamana ve kaçırılan şanslara dair de lafını esirgemiyor. Boyle’u salt nostaljiye sırtını yaslayıp kolaya kaçmadığı için takdir etmek lazım. Filmi izlemek tüm o enerjisine rağmen garip ve üzücü bir deneyim. Özellikle de o eski vurdumduymazlıklarını kaybetmiş, daha köşeli karakterlere dönüşmüş ve yaşlanmış kahramanları görmek 90’larda genç olanların tüylerini diken diken edecek.