[title]
‘Drive’ (2011) ve ‘Only God Forgives’den (2013) tanıdığımız Nicolas Winding Refn, oyuncularını kukla gibi kullanarak perdede yapay bir estetik oluşturmayı seven bir yönetmen. Refn, yeni filminde tarzıyla eşleşen bir konuya, California moda dünyasına el atıyor. ‘Masum genç kız’ Jesse, kapağı L.A.’e atar ve kendini beğenmiş bir tasarımcı için podyuma çıkar. Yeni iş arkadaşları ise ya ona özenir ya da onun ölmesini ister... Refn yarattığı büyüleyici görsellikle moda dünyasının yavan, gösterişli ve bazen de sıkıcı olan estetiğini filmine yansıtmayı başarıyor. ‘The Neon Demon’ bir yandan da bir narsisizm, yamyamlık ve nekrofili öyküsü. Bir modelin bıçak yutmaya zorlandığı ya da makyözün bir cesetle seviştiği sahneler, bildiğimiz anlamda bir moda dünyası hikâyesiyle karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor. Filmin adında geçen ‘şeytan’ ise filmin en iyi sekansında karşımıza çıkıyor. Esrarengiz bir imge, Jesse’yi ele geçirip onu kendine hayran birine dönüştürürken, film de kara mizahla örülü doruk noktasına yaklaşıyor. Film, görsel oyunbazlığına ve Cliff Martinez’in dingin müziğine rağmen modeller arasında geçen uzun sahneleri ilgi çekici kılmayı başaramıyor. Estetiğini bir kenara koyduğumuzda, filmin moda dünyası hakkında daha önce binlerce defa söylenmiş şeyleri tekrar ettiğini görüyoruz. Fakat her şeye rağmen Refn’in sinemasında karşı konulamaz bir tuhaflık olduğu yadsınamaz.