[title]
Genellikle günümüzde geçen hikâyeler anlatan Mike Leigh daha önce ‘Topsy-Turvy’ (1999) ve ‘Vera Drake’ (2004) ile kamerasını geçmişe çevirmiş ve dönem filmlerine de imza atmıştı. Leigh, ‘Mr. Turner’ ile bizi bu sefer 19. yüzyıla, resim sanatında çığır açan ünlü ressam J. M. W. Turner’ın (1775-1851) son yıllarına götürüyor. Filmde Turner’ın babasıyla olan ilişkisini, hizmetçisiyle olan cinsel yakınlaşmasını, çocuklarını ve eski karısını reddedişini, Kraliyet Akademisi tarafından kabul edilişini yani kısaca ressamın hayatındaki önemli dönüm noktalarını epizodik bir şekilde anlatıyor. Fakat Leigh, Turner’ın kişisel tarihindeki önemli anların yanında sanatçının resmettiği öznelerle, mekânlarla ilişkisini de ele alarak filmini diğer ressam biyografilerinden ayrıştırmayı başarıyor. Örneğin bir sahnede bir fahişeyi resmederken gözyaşlarına boğuluyor Turner. Başka bir sahnede ise fırtınayı resmetmeden önce iliklerinde hissetmek için fırtınada yol alan bir geminin ön direğine kendisini bağladığını görüyoruz.
Leigh filminde Turner’ın sanatı ve hayatına değinirken modernizmin eşiğindeki Londra’nın da bir portresini çıkarmayı başarıyor. Özellikle fotoğrafın gündelik hayatın bir parçası haline gelmesiyle Turner’ın kendini tehdit altında hissetmesi filmin son bölümünde önemli bir yer kaplıyor. ‘Mr. Turner’ her Leigh filminde olduğu gibi büyük soruları küçük anlar içinde sormayı tercih ediyor. Leigh kamerasını Turner’a ve onun yaşadığı zamana çevirirken aslında kısmen de olsa kendisine de ayna tutuyor.
Peki MIke LeIgh ‘Mr. Turner’ için ne diyor?
Şu ana kadarki en iddialı filmine imza atan Leigh ile röportaj yapmaya gitmek dişçiye ya da iş görüşmesine giderken yaşanan gerilime benzer bir his yaratıyor. Genelde oyuncularıyla doğaçlama çalışan bir yönetmen olduğu için durumu nasıl idare etmesi gerektiğini çok iyi bilen birisi Mike Leigh. Örneğin eğer bir soruyu beğenmezse kendisi onu daha güzel bir soruya çeviriyor. Daha önce Timothy Spall ile altı kere çalışan Leigh, Spall’un rol için ilk tercihi olduğunu söylüyor. Başka hiç kimseyi düşünmediğini söyleyen yönetmen, “Spall dört dörtlük bir karakter oyuncusu. Turner gibi sert mizaçlı, kaba ve tutkulu bir adamı canlandırabileceğini en başından biliyordum.” diyor. Leigh’nin rolü kendisine yedi yıl önce teklif ettiğini söyleyen Spall ise son birkaç yıl boyunca ciddi bir resim eğitimi almış: “Tim Wright adında bir ressamla çalıştım. Eğitim sonunda Turner’ın bir tablosunu gerçek boyutlarında, yağlı boya tekniğiyle yaptım.”
Turner’ın tablolarının bir benzerini filmindeki çerçevelerde yeniden kuran Leigh ise bir sahnede Turner’ın bir buharlı geminin Thames’te yol almasını resmettiği ‘The Fighting Temeraire’ eserini beyaz perdede yeniden yaratıyor. Turner’ın eserleri üzerine çalışmaya başlayınca onun sinemasal biri olduğunu fark eden Leigh ekliyor: “Turner’ın karakteri üzerine çalışmaya başladığımda herhangi bir Mike Leigh filminde karşımıza çıkabilecek bir karakter olduğunu fark ettim.”
Leigh, ‘Mr. Turner’da otobiyografik bölümler olup olmadığına dair sorumuzu ise esprili bir dille geçiştiriyor. Aristokrat arkadaşları olmasına rağmen bağımsız kalmayı başarmış, Kraliyet Akademisi’nin en önemli üyelerinden sayılan bir sanatçıyla kendisi gibi muhafazakar bir film endüstrisinde nevi şahsına münhasır filmler çeken, eskiden Royal Shakespeare Company’de yönetmen yardımcılığı yapmış eski bir aktör bozmasını karşılaştırmanın saçmalığından dem vuruyor.
Turner’ın son dönem kullandığı estetik, zamanında meslektaşları tarafından oldukça radikal bulunmuştu. Herkes hep ‘geç Turner’ döneminin ne kadar etkileyici olduğundan bahseder. Peki ya ‘geç Leigh’? Onun son dönem işlerinde nasıl bir farklılık var? Leigh bu soruya acele etmeden cevap veriyor: “Bu oldukça karmaşık bir soru. ‘Bleak Moments’ı (1971) 28 yaşımdayken yapmıştım, şimdi 71 yaşındayım. Ben sana sorayım. Sen yaptıklarımda bir değişim görüyor musun?” Leigh’e üslubunu geliştirdiğini, daha gerçekçi ve daha karmaşık karakterlere imza attığını fakat sinemasında herhangi bir devrim olmadığını söylüyorum. Leigh “Bence de.” diyor ve ekliyor: “Sorunuzun cevabını daha önce hiç düşünmemiştim. Şimdi üslubumu değiştirmek zorunda kalacağım. Aslında her filmimde farklı bir deneyim yaşatmak istiyorum izleyiciye. Hikâyelerin dikte ettiği konvansiyonel üslup tercihlerinden uzak durmaya çalışıyorum. Örneğin komedilerimi düşünün: ‘Happy Go Lucky’ (2008), ‘Life is Sweet’ten (1990) bambaşka bir şey yapmaya çalışıyor. Mesela herkes benden ‘High Hopes’ (1998) ya da ‘Life is Sweet’ gibi bir film beklerken ‘Naked / Çıplak’ (1993) gibi bir filmle çıkageldim. ‘Secrets & Lies / Sırlar ve Yalanlar’ (1996) ve ‘Career Girls’ten (1997) ‘Topsy-Turvy’ye geçtim.”
Leigh, 2015’te tamamen bambaşka bir şey yapmaya karar vermiş. İngiliz Ulusal Operası’nda ‘The Pirates of Penzance’ adlı eseri sahneye koyacak. Geçtiğimiz 10 yılda tiyatroda üç oyun yöneten Leigh farklı maceralara atılsa da sinemadan asla vazgeçmeyeceğini belirtiyor. Yapımcısı 2016 yılında gösterime girecek yeni filmi için çoktan para toplamaya başlamış bile.