[title]
Bu sene hem Berlinale’de hem de İstanbul Film Festivali’nde iki filmiyle birden boy gösterdi yönetmen Raoul Peck. Bu filmlerden biri yazar James Baldwin’in yarım kalmış yapıtı ‘Remember This House’dan yola çıkarak çektiği harika belgesel ‘I Am Not Your Negro / Ben Senin Zencin Değilim’ idi. İkincisi ise Marx’ın gençlik yıllarını anlattığı ‘Le jeune Karl Marx’. Yönetmen daha önce de Kongolu lider Patrice Lumumba’nın hayatını anlattığı başarılı biyografi filmi ‘Lumumba’ (2000) ile dikkatleri üzerine çekmişti.
Marx gibi önemli bir fikir adamını anlatan nadir filmlerden biri olması nedeniyle heyecanla beklenen film ne yazık ki klasik anlatımı tercih etmesi sebebiyle hayal kırıklığı yarattı. Özellikle Marx gibi devrimci ve yıkıcı bir figürün klasik hikâye anlatıcılığı ile resmedilmesi bir çelişki olarak görüldü. Ancak filmin klasik anlatı içerisinde oldukça sade ve abartısız bir dil kullandığını belirtmekte de fayda var.
‘Le jeune Karl Marx’ için tam bir biyografi filmi demek pek doğru olmaz, çünkü Marx çoğu sahnede eserlerini beraber yazdığı Friedrich Engels ile beraber yer alıyor ve Marx üzerinden endüstriyel devrime giden süreci ele alıyor. Geçtiği dönemi temsil ediş biçimiyle de başarılı bulunan filmde eşi Jenny ile Paris’te sürgün hayatı yaşayan 26 yaşındaki Marx’ı borç batağına saplanmış halde görüyoruz. Yavaş yavaş kendi sınıfına yabancılaşmaya başlayan, fabrikatör oğlu Engels ile tanışana kadar Marx’ın başı beladan bir türlü kurtulmuyor. Marx ve Engels’in ön yargıyla başlayan ilişkisi zamanla Marksizm’in temellerinin atıldığı düşünsel bir arkadaşlığa evriliyor. Tarihin en büyük düşünürlerinden birinin hikâyesine nasıl olursa olsun dahil olmak isteyenler için kaçırılmaması gereken bir yapım.
'Le jeune Karl Marx (Genç Karl Marx)' 19 Mayıs'ta vizyonda.