[title]
‘Finding Dory’, Pixar’dan beklediğimiz görsel estetiğe sahip olsa da, hikâye düzleminde aynı seviyeye ulaşamıyor. Ailesini kaybettiğini yeni fark eden sevimli ve sersem balık Dory’nin maceralarını takip eden ‘Finding Dory’, ilk filmde kayıp oğlunu arayan Marlin’in öyküsüyle hoş bir simetri oluşturuyor. Fakat ailesini arayan bir yetişkinin macerası, çocuğunu kaybeden bir ebeveynin hikâyesi kadar dramatik bir ağırlığa sahip olmadığı için, film ‘Finding Nemo’ kadar etkili olamıyor.
Farklılıkları yücelten bir temaya sahip olan filmde, Dory’nin, zarar görmüş deniz canlılarının kurtarıldığı, rehabilite edildiği ve doğaya salındığı bir yerde büyüdüğünü öğreniyoruz. Filmin bu kısmı öyküyü ilk filme bağlayan bir özelliğe sahip. Örneğin Nemo’nun yüzgecinin neden olması gerektiğinden küçük olduğunu öğreniyoruz. Dory, miyop balina köpekbalığı Destiny ya da dokunaçlarından biri diğerlerinden daha kısa olan ahtapot Hank gibi, engellerini dert etmeyen birçok canlıdan yardım alıyor.
Gerçeğin neredeyse birebir aynısı gibi canlandırılan denizaltı görüntüleri, Pixar’ın görsel sihirbazlığını gözler önüne seriyor. ‘Finding Dory’ unutulmaz bir görsel deneyim sunuyor ve her şeye rağmen kayda değer bir devam filmi olarak akıllara kazınıyor.