[title]
Alman sinemasını Rainer Werner Fassbinder ve Werner Herzog gibi isimlerle 70’lerde yeniden canlandırıp unutulmaz bir sinema mirası bırakan Wim Wenders elbette ki yaşayan bir efsane. 70 yaşındaki büyük usta, halen sinemaya duyduğu heyecanı kaybetmiş değil. Üç boyutlu dans filmi/biyografi ‘Pina’ (2011) ve yönetmenin fotoğrafa yönelik tutkusunu yansıtan ‘The Salt of the Earth / Hayatın Tuzu’ (2014) bunu kanıtlıyor. Ne var ki Wenders, kariyerinin bu son demlerinde belgeselden kurmacaya geçtiğinde güçten kuvvetten düşüyor. 2000’lerin başında çektiği ‘Land of Plenty / Bolluk Ülkesi’ (2004) ve ‘Don’t Come Knocking / Kapımı Çalma Sakın’ (2005) hep bir eksiklik duygusu veriyordu. Ustanın en yeni çalışması ‘Every Thing Will Be Fine’ ise onların fazla bir söz söylemeyen ama pürüzsüz akan kurgusunu bile mumla aratıyor. Gösterildiği pek çok festivalde “Yönetmen sahiden de Wenders mi?” sorularıyla karşılanan film, kaza sonucu büyük bir trajediye sebep olan bir yazarın suçluluk duygusuyla baş etme çabasını anlatıyor. James Franco’nun yazar karakterini, Charlotte Gainsbourg’un ise yas tutan bir kadını canlandırması filmin bahsetmeye değer en önemli artıları (Rachel McAdams bonusunu da unutmamalı). Yazar karakterimiz, trajediden etkilenenlerle yüzleşerek, kendi yazı serüveninde ve yaşamında karşılaştığı krizi aşmaya çalışıyor. Geçmişle yüzleşme meselesi bir televizyon dizisi sıradanlığında olunca, Wenders’in ismi bile heyecan yaratmaya yetmiyor.