[title]
Fransızların her zaman birtakım orijinalliklere imza atan ama hiçbir zaman da şöyle rahatça “bu film olmuş,” diyemeyeceğiniz işler üreten yönetmenlerinden biri Anne Fontaine. Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde sessiz sedasız salonlara konuk olan filmi ‘Gemma Bovery’ adından da anlaşılacağı üzere, Gustave Flaubert’in klasik yapıtı ‘Madame Bovary’ye atıfta bulunuyor. Filmin edebiyatla olan ilişkisi, daha önce hızlı bir Paris sakiniyken Normandiya’daki küçük bir kasabada yaşamaya başlayan Martin Joubert karakterinden türüyor. Bu özgün karakterin sıkıcı hayatı, kasabaya Gemma ve Charles Bovery adında bir çiftin taşınmasıyla tamamıyla değişiyor. Bu çiftin soyadını ister istemez Flaubert’in eserindeki Madame Bovary’le eşleştiren Joubert, Gemma’nın da kitaptaki gibi ona dayatılan hayattan sıkılıp özgürleşme serüvenine atılacağını düşünmeye başlıyor. Bu İngiliz çift gerçekten de Flaubert’in o meşhur karakterleri gibi davranmaya başlayınca onun şüpheleri de artıyor. Sonrasında olan biten Flaubert’in eserindeki kadar dramatik değil elbette, daha çok romantik komedi kıvamında. Senaryoda Fransızların ünlü eleştirmenlerinden, ‘Kör Alanlar ve Dekadrajlar’ adlı sinema kitabıyla nam salan Pascal Bonitzer’in imzasının olması da hayli ilginç.