Mehmet Ak

Mehmet Ak

Articles (31)

Yaşlı bir piyanoyla geçmiş muhasebesi

Yaşlı bir piyanoyla geçmiş muhasebesi

Tuhaf zamanlardan geçiyor, bir yerden başka bir yere; bir çağdan başka bir çağa göçüyoruz sürekli. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” tabirine o kadar sık maruz kalıyoruz ki devamlılık arz eden bir “eskisi”nin varlığından emin gibiyiz. Oysa her aklıselim insan öyle bir geçmişin pek de var olmadığını kolayca sezebilir. Ozan Tekin ne kendi hayatıyla ne de müziğiyle hiçbir fikrisabite kök salamayan bir sanatçı; kendisi de müziği de hep bir göç halinde. Seyrek Rifat’tan bir şarkıyı ve ‘Pillars of Salt’taki deneylerden birini yan yana koyun, demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Bizi yine şaşırtmayıp yeni çalışması ‘Anarya I’ ile derin bir soluk alıp bu hızlı çağla serinkanlı bir diyaloğa giriyor. Bir piyano etrafında şekillenmiş, birbirine bağlı beş enstrümantal parça ve tek bir uzun göç hikayesi var ‘Anarya I’de. Uzun zamandır Almanya’da yaşayan Tekin’le bir araya gelip albümün hikayesini onun ağzından dinledik. Anarya-I-Artwork © Basak Unal Albümü bir haftadır, günde en az birkaç kez dinliyorum. Bir önceki kaydını düşündüğümde benim için hem şaşırtıcı oldu, hem de bir miktar sağlık getirdi. Bir önceki albümde bir kıyamet rapsodisi yaptığından bahsetmiştik. Şimdi dönüp bakınca iyi günlerimizmiş dediğimiz zamanlarda yayınlanmış, daha kaotik ve katmanlı bir işti.  O zamandan bugüne sıkıcı bir kıyamet geldi çattı hakikaten. Her şey biraz daha karanlığa, daha doğrusu kalın bir sisin ardına gömüldü. Ve sen çok daha iyimser, yumuşak parçalarla çıkıp geldin. Hem bu keski
Sofra, muhabbet, müzik

Sofra, muhabbet, müzik

Murat Meriç’in, müzik tarihimizin son 100 senesini şarkılar üzerinden ilerleyen tematik bir kitapla özetlediği haberini aldığımda beklentim yüksekti elbette. Fakat iki ciltlik ‘Hayat Dudaklarda Mey’ elime geçip kitabı evirip çevirmeye başladığımda beklediğimden çok daha kapsamlı bir işin, çok daha büyük bir iş birliğinin söz konusu olduğunu fark ettim. Çizimlerinden tasarımına, kronolojisinden parça listelerine çok büyük bir emek var karşımızda. Olur da bir gün 20. yüzyıl popüler müzik tarihimizi özetlemeniz gerekirse hiç kaygılanmayın, Murat Meriç bu işi bizler için çoktan halletmiş bile. Röportaj için sözleştiğimiz gün fotoğraf çekimi için sevdiği bir plakçıyı seçmiş, bizi beklerken iki arada birkaç plak almış bile. Neler bulup çıkardığını sorduğumda heyecanla Arif Sami Toker’in musiki dersleri anlattığı nadir bir 45’liği çıkarıp gösteriyor ve hemen plakla ilgili bir hikaye anlatıyor. Farkına varmadan röportaja hızlı bir giriş yapmış halde buluyoruz kendimizi.  Kitabı baştan sona okuyamadım, ama iki akşam ufak bir çilingir sofrası eşliğinde içindeki şarkıları tecrübe etme şansım oldu. Eksiklerim olursa kusura bakmayın. En güzelini yapmışsınız valla, olması gereken de böyle bir tecrübe zaten.   Kare kodlar epey işe yarıyor, yarı yolda bırakan olmadı. Hiç pratik olmayacağını düşünüyordum fakat şaşırtıcı derecede yardımcı oldular. Tek tek kontrol ettik onları, anında bağlanıyor değil mi? Spotify’da birkaç liste de var. Her şeyi kapsamıyor elbette, orada olmayan parçalar da v
Zamana saplanıp kalmak

Zamana saplanıp kalmak

Ozan Tekin yıllardır bir yandan tiyatro oyunları ve filmler için müzik ve ses tasarımları yapmaya devam ediyor, bir yandan da farklı kulvarlarda kendi işlerini üretiyor. Ne popüler olmak gibi bir kaygısı var ne de avangart kalmak. Bir önceki projesi Seyrek Rifat’ta eline akustik gitarını alıp basit ve vurucu şarkılar yazmıştı. Bu kez gücünü doğaçlamadan alan, kalın bir sis tabakasını andıran bir ambient albümle karşımızda. ‘Pillars of Salt’, Burak Çevik’in ‘Tuzdan Kaide’ filmi için yazılmış üç parçadan yola çıkılarak oluşturulmuş bir albüm. Ne kadar deneysel olsa da melodiye kapısını kapatmayan, kendi içinde tutarlı ve akıcı bir hikayesi olan bir albüm. Yeni albüm hakkında sohbet etmek için mikrofonu Ozan’a uzattık.  Senden yeni Seyrek Rifat’ın ikinci perdesini beklerken çok daha deneysel bir işle karşımıza çıktın. Bir ambient-drone albümü yapmaya nasıl karar verdin? Özellikle de bu müziği hem üretmenin hem de izleyiciyle paylaşmanın güçlüğünü düşününce, oldukça cesur bir hamle. Seyrek hâlâ var, hatta belki de iki albümlük materyal var elimde. Ama elimde Seyrek’ten daha eski son beş yıla yayılan ambient işlerim vardı. 2016 yılında hayata geçirdiğim ‘Mornings For Sale / Satılık Sabahlar’ projesi de bunun bir örneğiydi. 2017 yılında müziklerini yaptığım ‘Tuzdan Kaide’nin yönetmeni Burak Çevik’in beni kışkırtmasıyla, hem uzun zamandır bir kenarda bekleyen hem de filme yaptığım müzikleri tek bir albümde toplayıp sunmak istedim. Parçaların en az yarısı emprovize ve tek seferde ça
A 21st century virtuoso

A 21st century virtuoso

First of all, kudos on your Bach album. We’ll go ahead and call it the most exciting Bach performance of the 21st century so far. Leaving aside the critical acclaim for a moment, are you satisfied with the result? Oh it’s a big question. I’m never satisfied. As with everything I’ve ever done in music, I always think it can be done better. I always feel like I’m growing, even from one month to the next. Considering I recorded the album a year and a half ago, I’m not the same person as I was then, and if I were to do it over again today, it would probably end up sounding different, perhaps even better. It’s always possible to do it better.  How do you practice Bach? His music seems too structural and mathematical to allow room for any interpretation. I actually practice Bach a lot. I think he is the most challenging composer to play. Playing Bach is like looking at yourself naked in the mirror. It is maybe the hardest thing you can do technically on the piano, because you cannot hide behind anything. As there is no indication from Bach on how to play his pieces, it’s completely open. I think he is history’s greatest composer. The most important thing when you play Bach is to find poetry in each and every piece and find what it is that makes that piece unique. Your Bach performances are often compared to those of old masters like Glenn Gould and Wilhelm Kempff. How do you feel about these comparisons? In the 21st century, everyone is always trying to compare you to somebody. It
Bir 21. yüzyıl virtüözü

Bir 21. yüzyıl virtüözü

Öncelikle geçen yıl yayınlanan Bach albümünüz için sizi tebrik edelim. Bu albümün 21. yüzyılın şimdilik en heyecan verici Bach yorumu olduğunu söyleyebiliriz. Eleştirmenlerin yorumlarını bir kenara bırakacak olursak, bu eser sizi tatmin etti mi, sonuçtan memnun musunuz? Of, çok ciddi bir soru. Doğruyu söylemek gerekirse asla tatmin olmuyorum. Albümü bir buçuk yıl önce kaydettim, yayınlanalı da bir yıl oldu. Mutlu olduğum bir sürü şey var albümle ilgili. Fakat söz konusu müzik olunca her zaman daha iyisini yapabilirdim diye düşünüyorum. Sürekli daha iyiye gidiyormuşum gibi hissediyorum. Şu an 18 ay önce olmak istediğim insan değilim. Dolayısıyla bugün kaydetseydim albüm bambaşka bir halde olurdu herhalde. Ne kadar çabaladığınızdan bağımsız olarak her zaman daha iyinin mümkün olduğuna inanıyorum.   Bach eserlerine nasıl hazırlandınız? Bach’ın müziği fazlasıyla yapısal, neredeyse saf bir matematik içeriyor ki bu da yorumlamayı oldukça zorlaştıran bir şey. Öte yandan tüm modern yorumcular için büyük bir meydan okuma demek Bach. Kendi yorumunuzu nasıl yarattınız? Bach üzerine çok fazla çalıştım. Gerçekten de Bach, icrası en zor besteci olabilir. Bach çalmak aynada kendine çıplak bir şekilde bakmak gibi. Her şeyi olduğu gibi görüyorsun, en başta da bir insan olduğunu. Bach çalarken müzikal olarak da teknik olarak da büyük bir zorlukla baş ediyorsun ve ardına sığınabileceğin hiçbir şey yok. Öte yandan bu muhteşem müziği Bach’ın nasıl icra ettiğine dair bir işaretimiz yok. Bu açıda
Algiers: Üçüncü Dünya’nın başkenti

Algiers: Üçüncü Dünya’nın başkenti

Atlanta ile ilgili son yıllarda radarımıza giren iki şey var. İlki Donald Glover’ın şehirle aynı adı taşıyan harika dizisi, ikincisi ise yayınladıkları iki albümle ağzımızı açık bırakan post-punk dörtlüsü Algiers. Grup ikinci albümünde Bloc Party’den oyuncu transfer etti, prodüktör olarak Portishead’den Adrian Utrey’i masa başına oturttu ve harika bir işe imza attı. İstanbul konserleri öncesinde grubun basçısı Ryan Mahan ile müzikten siyasete uzun bir söyleşi gerçekleştirdik.  Time Out’ta ilk albümünüzden  bahsederken “Ana akım rock, Rage Against the Machine’den bu yana böylesine bir çıkış yapmadı,” demiştik. ‘The Underside of Power’ bu anlamda çıtayı biraz daha yükseltiyor. Daha yüksek tempolu, daha öfkeli bir ruha sahip. Tabiri caizse daha aklı başında bir punk albümü. İki albüm arasında nasıl bir dönüşüm yaşadınız? İltifat için teşekkürler. Şarkılarımız tüm müzikal formları şekillendiren toplumsal dinamiklerle ve tarihle iç içe aslında. Sonuç olarak sanatımızı tamamıyla belirlemese de içinde yaşadığımız çöküş halindeki dünya kaçınılmaz bir şekilde müziğimizi etkiliyor. İki albüm arasında geçen zaman bir anlamda Amerikan emperyal projesinin kalbindeki nefret ve şiddetin bir özeti gibiydi. İkinci albümde kulağınıza çalınan bu sürecin bir yansıması olabilir. Ya da belki de tüm bunlarla bir ilgisi yoktur, sadece içimizden geleni yapıyoruzdur. Öte yandan ana akım rock’a ait olduğumuzu pek kabul etmiyoruz. Rock denilen şey kaçınılmaz bir şekilde aşırılık, şovenizm ve erkek egem
Türkiye’nin ilk punk’ı: Tünay Akdeniz

Türkiye’nin ilk punk’ı: Tünay Akdeniz

70’lerin Türkiye’si gerçek anlamıyla bir müzik laboratuvarıydı. Bu yıllar tüm teknik ve maddi kısıtlamalara karşın inanılmaz zenginlikte bir miras bıraktı günümüze. Bu tuhaf laboratuvarın en ilginç deneylerinden birini Tünay Akdeniz ve grubu Çığrışım gerçekleştirdi belki de. Ancak ülkenin şartları ve zaman Akdeniz’in müziğinin üzerine bir örtü çekti, onu yeniden hatırlamamız 40 yıl sürdü neredeyse. Geçen yıl Akdeniz’in 70'li yıllarda yaptığı şarkılardan oluşan ‘The Godfather Of Turkish Punk’ plağını yayınlayan A.K. Müzik, aynı albümü kısa bir süre önce CD formatında da piyasaya sürdü. Biz de Tünay Akdeniz’i bir İstanbul ziyaretinde yakaladık ve hem albümünü konuştuk, hem de geçmişi yad ettik.   Şarkıları yazdığınız dönemde yerli melodileri, usulleri alıp onları Batı popüler müziğiyle bağdaştırmaya çalışan bir yaklaşım hakimdi Türkiye’de. Sizin parçalarınızda böyle bir kaygı yok, bam bam rock’n roll denebilecek bir formda ilerliyor hepsi. Bu bilinçli bir karar mıydı?Evet, bilinçli bir karardı. Zaten bir 45’liğimin iç kapağında yazmıştık “Şimdiye kadar hiç denenmemiş bir şeyi deniyoruz,” diye. O zamanlar her şey birbiriyle aynıydı. Arap ülkelerinden, yabancı ülkelerden sanatçıların parçalarına Türkçe söz yazılarak yapılan şarkılar vardı. Türk pop müziği değil de aranjman denirdi. Elbette kendi orijinal şarkılarını yazanlar vardı, Fikret Kızılok, Cem Karaca, Barış Manço gibi. Ama ben istedim ki hiç denenmemiş bir şeyi yapayım. Rock ezgilerini kullandım, onu da tekdüze kullanmak
BİFO’nun başarılı şefi Sascha Goetzel ile konuştuk

BİFO’nun başarılı şefi Sascha Goetzel ile konuştuk

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) Türkiye ölçeğinde bile oldukça genç bir orkestra. 1993 yılında kurulan orkestranın adını yıllar geçtikçe daha sık duyuyoruz. Sebebiyse oldukça açık: BİFO’nun uzun soluklu sanat yönetmeni ve şefi Sascha Goetzel. Neredeyse 10 yıldır orkestranın takım kaptanlığını yapan Goetzel’in sözleşmesi 2020 yılına kadar uzatıldı üstelik. Kendisiyle BİFO’nun bugünü ve geleceği hakkında sohbet ettik.   BİFO ile dünyanın en saygın konser salonlarında çalıyorsunuz ve sözleşmeniz 2020 yılına kadar uzatıldı. Yakaladığınız bu uyumun sırrı nedir? Klasik müzik tarihine baktığımızda orkestralar ve şefler arasında gelişen böyle özel ilişkilere rastlarız aslında. Genç ve yetenekli orkestra şefleri zaman içinde yönettikleri ulusal orkestrayla birlikte uluslararası şöhret kazanıp önemli sanat yönetmenlerine dönüşürler. BİFO’nun başına geçtiğim zaman hedefim müzisyenlerimle eşsiz bir uyum yakalayıp bu bahsettiğim basamakları tırmanmaktı. Tıpkı Birmingham Senfoni Orkestrası’nın başındaki Sir Simon Rattle ya da Oslo Filarmoni Orkestrası’nı yöneten Mariss Jansons gibi. Her bir müzisyenimiz, çalışanımız ve kendim adına yarattığımız şeyle gurur duyuyorum. Ayrıca Kocabıyık Ailesi ve Borusan Holding’in destekleri sayesinde bu başarı mümkün oldu. Emek veren herkes, hepimiz egolarımızı bir kenara bırakıp takım ruhuyla çalışıyoruz. BİFO ile 2020’den sonra da devam edeceğinizi söyleyebilir miyiz? Şimdilik ajandamızdaki projeler konusunda heyecanlanıyorum. Önümüzdeki üç s
27. Akbank Caz Festivali'nde kaçırmamanız gereken 10 konser

27. Akbank Caz Festivali'nde kaçırmamanız gereken 10 konser

En az caz kadar diğer müzik türlerinin de nabzını tutan festival bu yıl da dopdolu bir programla karşımızda. 36 mekana yayılan festival dahilinde 53 konser, 3 söyleşi ve 15 atölye çalışması sizi bekliyor. Bu yoğunluk içinde konser seçmekte zorlanacağınız muhakkak, bu yüzden kaçırmayacağımız konserlerden oluşan bir top 10 listesi yaptık. Bir kulak kabartın, emin olun aralarında boş yok. 3-19 Kasım, çeşitli mekanlar, programın tamamı: www.akbanksanat.com
Ediz Hafızoğlu ve yeni albümü '13'ün sihri

Ediz Hafızoğlu ve yeni albümü '13'ün sihri

Pop, caz, metal, rock ya da halk müziği dinliyorsanız, kısacası müzikle az da olsa bir alakanız varsa Ediz Hafızoğlu’nın adına mutlaka rastlamış, illa bir canlı performansına denk gelmişsinizdir. Türkiye’nin parmakla gösterilen davulcularından biri olmasının yanı sıra yayıncı ve prodüktör olarak da karşımıza çıkan Hafızoğlu üç yıl önce ilk albümü ‘Nazdrave’i dinleyicilerle buluşturmuştu. Albüm sonrasında kent yaşamını bırakıp köye taşındı, çok daha mütevazı ve yoğun bir hayata başladı. ‘13’ bu yeni sürecin ürünü bir albüm. Hafızoğlu’nun müzikal anlayışını daha fazla yansıtan, daha bütünlüklü bir iş. Yeni albüm şerefine, Hafızoğlu ile tatlı bir sohbete oturduk.   ‘13’, nasıl bir rota izliyor? ‘Nazdrave’ farklı türlere yelken açan, deneysellikle pop duygusunu iyi dengeleyen çok sesli bir albümdü. Müzikal anlamda yeni denemeler, şarkıların hikâyelerinde bir değişiklik var mı ‘13’te?‘Nazdrave’ çaldığım farklı projeleri hayal ederek onlar için yazdığım müziklerden oluşuyordu. Çaldığımız kadroyla artık bir grup olduk ve adını da Nazdrave olarak devam ettirmeye karar verdik. Bu albümde müzikler tamamen benden ne çıkıyorsa ona döndü. Çok daha kişisel bir albüm bu anlamda. Sound olarak değişti tabii ki. Bir de son dönemde bağlama çalmaya geri döndüm. Albümün kapanışını da, söz ve müziğini yazdığım, Engin Arslan’ın bağlamaları çaldığı, Ece Ünsal’ın da söylediği duo bir parçayla yaptık. Nihayet albümde, çalmadığım bir parça var. 13 sayısının uğursuz bir şöhreti vardır, siz yine de albüm
Ediz Hafızoğlu'nun yeni albümü '13' üzerine

Ediz Hafızoğlu'nun yeni albümü '13' üzerine

Pop, caz, metal, rock ya da halk müziği dinliyorsanız, kısacası müzikle az da olsa bir alakanız varsa Ediz Hafızoğlu’nın adına mutlaka rastlamış, illa bir canlı performansına denk gelmişsinizdir. Türkiye’nin parmakla gösterilen davulcularından biri olmasının yanı sıra yayıncı ve prodüktör olarak da karşımıza çıkan Hafızoğlu üç yıl önce ilk albümü ‘Nazdrave’i dinleyicilerle buluşturmuştu. Albüm sonrasında kent yaşamını bırakıp köye taşındı, çok daha mütevazı ve yoğun bir hayata başladı. ‘13’ bu yeni sürecin ürünü bir albüm. Hafızoğlu’nun müzikal anlayışını daha fazla yansıtan, daha bütünlüklü bir iş. Yeni albüm şerefine, Hafızoğlu ile tatlı bir sohbete oturduk. ‘13’, nasıl bir rota izliyor? ‘Nazdrave’ farklı türlere yelken açan, deneysellikle pop duygusunu iyi dengeleyen çok sesli bir albümdü. Müzikal anlamda yeni denemeler, şarkıların hikâyelerinde bir değişiklik var mı ‘13’te? ‘Nazdrave’ çaldığım farklı projeleri hayal ederek onlar için yazdığım müziklerden oluşuyordu. Çaldığımız kadroyla artık bir grup olduk ve adını da Nazdrave olarak devam ettirmeye karar verdik. Bu albümde müzikler tamamen benden ne çıkıyorsa ona döndü. Çok daha kişisel bir albüm bu anlamda. Sound olarak değişti tabii ki. Bir de son dönemde bağlama çalmaya geri döndüm. Albümün kapanışını da, söz ve müziğini yazdığım, Engin Arslan’ın bağlamaları çaldığı, Ece Ünsal’ın da söylediği duo bir parçayla yaptık. Nihayet albümde, çalmadığım bir parça var. 13 sayısının uğursuz bir şöhreti vardır, sen yine de albümü
Kat Frankie Röportajı

Kat Frankie Röportajı

Avustralya denince akla egzotik hayvanlar, uçsuz bucaksız çöller, okyanus kıyısındaki kumsallar geliyor. Avustralyalı Kat Frankie, Avrupa’ya taşınırken bunların hepsini ardından bırakmış. Melankolik müziğini dinlediğinizde, şarkıların gayet Avrupalı bir müzisyenin elinden çıkmış gibi tınladığını düşünebilirsiniz. Tıpkı hemşehrisi Nick Cave’in bir zamanlar yaptığı gibi Berlin’in soğuk ikliminden ve eklektik sanat ortamından beslenen şarkılar yazıyor Frankie. Kimi zaman yanına tam teşekküllü bir rock grubu alıyor, kimi zamansa yalnızca kendi sesini kullanarak konserler veriyor. Fakat konserleri nasıl olursa olsun, Frankie sahnede tabiri caizse devleşiyor. Müzikle ilişkin nasıl başladı, hangi noktada profesyonel bir müzisyen olmaya karar verdin? Çocukken kendi başıma garip garip şarkılar uydurur, şarkı söyleyip dururdum. Evde hiçbir enstrüman olmadığından yalnızca kendi sesimi kaydedebiliyordum. Müzisyen olmak gibi bir planım yoktu. Tasarım eğitimi aldım, Berlin’e gelmeden önce de bir mimarlık şirketinde çalışıyordum. Ama kendimi bildim bileli hep şarkılar yazdım. Berlin’e geldikten sonra müzikle uğraşmak için birçok fırsat çıktı karşıma. Sonuç olarak bugünlere geldim. Çocukken nasıl şarkılar seni etkilerdi, ilk ilham kaynakların nelerdi? Annemin mükemmel bir müzik arşivi vardı. Simon & Garfunkel, Carly Simon ve Kate Bush gibi isimleri dinlerdim. Biraz daha büyüyünce PJ Harvey ve Rufus Wainwright’ı keşfettim. Bugün a