röp nagihan sıla
Ferhat M.Zupcevic/GETTYIMAGESröp nagihan sıla
Ferhat M.Zupcevic/GETTYIMAGES

Lorca’nın kadınlarına bugünden bakmak

Apartman Sahne ekibinin, ‘Bernarda Alba’nın Evi’nden yola çıkarak oluşturduğu ‘Evin Kokusu’nu Nagihan Gürkan ve Sıla Erkan ile konuştuk.

Reklâm

‘Evin Kokusu’ kadınları nasıl bir araya geldi?

la Erkan Ben Studio Oyuncuları çıkışlıyım. Orada en son ‘Play’de oynamıştım. Nagihan da orada oynuyordu. Bize ilk zamandan itibaren hem dramaturji hem de çalışma prensibi anlamında nasıl bir oyun çıkaracağımız konusunda yardım edenlerden biriydi. Ondan çok şey öğrenmeye o zamandan başlamıştım. Apartman Sahne’yi kurduktan sonra “Sahnemiz var ve doya doya oyun oynamak istiyorum,” diyordum. Nagihan’a bir karşılaşmamızda “Sen yönetir misin?” diye sordum.  O da ummadığım bir şekilde olumlu yaklaştı.

Klasik bir metni alıp onu özümseyip sonrasında onunla beraber yeni bir söz söylüyorsunuz ‘Evin Kokusunda. Çok bilinen bir oyunda kendinize dair bir şeyler arıyorsunuz. Anlatmak istediğinizi bu yolla anlatma tercihinizi biraz deşebilir miyiz?

Nagihan Gürkan Hem ‘Bernarda Alba’nın Evi’ metnini seçmemiz hem de böyle bir yorumla ilerlememiz birlikte yürüdü. Sıla bana teklif geldiğinde elinde metin olup olmadığını sordum. 2010’da Studio Oyuncuları’nda ‘Bernarda Alba’nın Evi’ üzerinden metnin kelimelerini kullanarak yaptığım yarım saatlik bir tasarım vardı. Bunu önerdim. İçeresinde ses ve hareket tasarımı da olan bir metindi. Bir araya geldikçe şunu konuştuk; biz neden bu metni yapmak istiyoruz? Bernarda Alba bugün nereye değiyor, biz ne anlatmak istiyoruz derken işin özüne doğru gittik. Çıkış noktamız Berbarda Alba iken, onun örtüsü ile bir şey anlatmak yerine, anlatmak istediğimiz şeyin bugün neye tekabül ettiğine baktık. Bugün bir kadın üzerinde nasıl bir baskı var? Baskı dediğimiz şey aynı şekilde ya da biçim değiştirmiş haliyle nasıl sürüyor? Bu gibi soruarla bir yolculuğa çıktık. Metni tekrar yazmaya başladığımda seyirci ile oyuncu arasına perde koyarak yazmaya başlamıştım. Sonra bunu da tartışmaya başladık. Oyuncunun ve seyircinin şimdiki zamandaki varlığı, buluşması üzerinden gitmeye odaklandık. Bu yapıda bir oyun çıkmış oldu. Sıla seyirciyle çokça diyalog halinde oyunda.

İnteraktif değil ama iletişim halinde sürekli.

Sıla Seyirciler beni seyrediyor ama ben de seyirciyi seyrediyorum. Oyunculuk yapmaya devam ettiğim sürece karşıma böyle bir şey çıkacak mı bir daha bilmiyorum ama çok sevdiğim bir biçim oldu. Oyunda Bernarda Alba’nın hikayesini anlatırken kendi hikayesine takılan ve oyunu bir türlü anlatamayan bir kadın var. Bu kadın seyirciyle iletişime geçtiği için seyirci de kadının sahnede yaşadığı çelişkiyi, kadına cevap vermek-vermemek arasında kalarak yaşıyor.

Nagihan Galiba oyunculukta da metinde de o örtük olandan kurtulmayı istedik. Metne uzaktan bakmayalım da kendi hikayemizi koyalım, oyuncuyu bir şeyin arkasına gizlemeyelim ve onu açalım istedik. Biraz deneyerek ilerledik. 

Sıla Metindeki tüm kadınlar, ki zaten erkek yok, başka bir kadın olarak değerlendirilebilir o şekilde oynandığında. Ama biz oyun üzerine tartışırken içimizde yalnızca Bernarda Alba’nın olduğu üzerinden konuşmadık.  İçimizde Adela da var biraz, Martirio da… Uzaktan bakmayarak, bütün kadınları da dahil ederek çalıştık. Hem bu çağdan, hem kendi hikayelerimize çok yakın, hem de bütün kadınları kapsayan bir yerden olması en doğrusu geldi bize.

Orijinal metin 1900lerin başında geçiyor. O zamanın konjonktürüyle bugün arasında hem büyük farklar hem de benzerlikler var. Siz kendi yazdığınız metinde nelerden beslendiniz?

Nagihan Galiba kurgulama biçimimiz de dahil olmak üzere dişil bir dil üretmeye çalıştık. Bunun üzerinde çok ısrar ediyorum. DasDas’ta da yaptığım bir iş var. Orada da aynı şekilde ilerledik. O tartışmayı çok kıymetli buluyorum. Bu oyunda kadını kahramanlaştırmamamız da bir tercihti. Bernarda’nın bir erkek dünyasının içinde yapılanmış olmasını, tamamen eril düzeni devam ettirme söylemini, tamamen onun içinde sıkışmış olmasına rağmen ona sımsıkı tutunmasını getirdik o dönemden… Alıp onu buraya getirdiğimizde şunu sorduk: Biz kendi açımızdan ‘daha özgür sayılabilecek’ kadınlarız ama hangi dilin içinde özgürleştik? Biz hâlâ eril bir dille mi özgürlüğümüzü savunuyoruz? Eril bir dil içinde mi var olmaya çalışıyoruz? Bundan tamamen sıyrıldığımızda oluşan şeyin dili nasıl, yapısı nasıl, o belirsizliğin içine atlamak gibi bir cesaretimiz var mı? Biraz o sıkışmışlıklardan baktık.

İki metinde de kadına dayatılan ama farklılaşmış roller var.

Nagihan “Ben şunu yapmakta özgürüm,” dediğimiz bir şeye dönüp baktığımızda aslında kendi tercihimiz olmadığını, bir şekilde bu yapının içerisinde onun özgürlük olarak bize tanımlandığını ve onun peşinden gittiğimizi görüyor olmak da ‘Bernarda Alba’nın Evi’yle bağ kurduğumuz bir alan oldu. 

Orijinal metinden farklı olarak sizin modern kadınınız nasıl biri? Kahraman mı kurban mı?

Nagihan Hiç kahramanlaştırmak istemedik. Daha doğrusu kendimizden uzaklaştırmak istemedik. Ben kendimi kahraman olarak değil de tüm çelişkilerimle ortaya koyabilirim dürüstçe. Çelişkilerimi ortadan kaldırıp, “Böyle yaparsam böyle olur,” gibi cümleler kurmaya başladığımda aslında süreci tamamen reddetmiş oluyorum. Bütün çelişkilerimle bir sürecin içindeyim. O süreci tamamen içeri alacak şekilde yaklaştık. O kadının hayatındaki bazı şeylerden özgürleştiği gibi bir şey koymak istemedik. Çelişkiyi bırakmak istedik. Kadının o düzeni bozarak, kendi hikayesini anlatma cesaretini göstererek sıyrıldığını anlatmaya çalıştık. Bekleneni kırıyor. Lineer olanı, giriş, gelişme, sonucu kırıyor. Tam da aslında sonuca gitmeyen bir sarmal yaratıyor. Biraz ondan biraz bundan bahsederek kendi akışını, sürecini yaratmaya başlıyor. Başkasının gözünden kendini görme durumundan sıyrılıyor ve bizimle en samimi hikayesini paylaşıyor finalde. O anlamda kahramanlaşmıyor ama kırıyor ve kendi yolculuğunu başlatıyor.

Sıla İlk yapıdan sonra “Ben en iyisi size dürüstçe anlatmaya başlayayım,” diyerek giriyor hikayeye. Seyirciye sorduğu, “Kimim ben?” sorusu karşısında aklımda ilk yeşeren şey, ben ne olmaya çalışıyorum ve bu neye tekabül ediyor? Çünkü neysem o değilim ki her zaman. Ne öğretildiyse, ne örnek verildiyse, ne bekleniyorsa, o olmaya çalışıyorum. Ama burada onu yapmıyor.

Bu oyunu yapma biçiminiz ve oyunun deneyselliği, kadın karakterinizin bir şeyleri kırma çabasıyla örtüşüyor mu?

Nagihan Kesinlikle. Neyi kırıyoruz? Şahika Tekand ile çalışmaktan gelen bir şey bu. Şahika, oyuncunun sahnedeki varlığını ve dürüstlüğünü çok önemser ve bizi de öyle yetiştirdi. Seyircide alan açmak, yeni bir seyirci yaratmak meselesi çok önemli. Seyirciyi edilgen bir yere koyup sahneden onu değiştirmeye çalışmak değil. Birlikte olacak dönüşüm meselesi. Bunun için oyuncunun şimdiki zaman varlığını bütün bünyesiyle kabul etmesine ihtiyacımız var. Oyuncu, karşısında gördüğü seyirci ile değil; aklındaki seyirciyle ya da hikayede yerleştirdiği, ona bakan seyirci ile iletişim kurmak isteyebiliyor. Ama oraya her akşam başka bir izleyici geliyor. Her akşam başka gözler bakıyor. Seyirciyi sabit bir yere koyup, “Seyirci budur, biz de onunla böyle bir ilişki kurarız,” diyerek onu dondurmak, dönüşümünü göz ardı etmek yerine biraz oralara açılmaya çalıştık. Biz de oyunu kesiyoruz ve başka bir oyun dünyası açmaya çalışıyoruz seyirciyle birlikte. Bir izleyicimiz, “Yeni bir seyirci yaratıyorsunuz,” demişti. Seyircinin o sürecini izlemek ve onun sahneyle kurduğu ilişkiyi bir tık bozmak, değiştirmek çok keyifli. 

Sıla Burada klasik oyuncu ve seyirci değil, oyuncu ile seyirci olsun istedik. Oradaki ‘ile’ çok önemli diye. Oyuncu, seyirci, ışık, kostüm gibi bir bağlayıcıyla birleştirmek yerine başladığı andan itibaren, seyirci oyuna girerken bile sahnede olarak ona izleyeceği şeyin sinyallerini vermek bahsettiğim şey. Hani denir ya seyircisiz oyun olmaz, o provadır diye… Tam da örneği bu gibi geliyor bana. Oyunu sırf ne olacak diye merak etmesi değil, şu anda tam ne olduğunu merak etmesi açısından.

Anda kalabilmekten söz ediyorsunuz.

Nagihan Tam olarak o mesele. Dördüncü duvar olmasa bile çoğu zaman o handikapa düşüyoruz. Dördüncü duvarı kaldırdığımızda bile hep kafamızdaki seyirciyle iletişim kuruyoruz. Kafamızdaki bir hikayeye koşuyoruz.

Sıla Olan biteni kabul etmek değil de onu reddedip kendi kafasındaki yere çekmeye çalışıyor çoğu zaman.

Hikaye anlatıcılığının, tek kişilik oyunların yükselişte olduğu yıllar yaşıyoruz tiyatro adına. Bunu destekleyenler kadar biraz fazla olduğunu söyleyenler de var. Siz nasıl bakıyorsunuz?

Nagihan Yakın zamanda eşimle, tiyatronun araçlarının birazcık daha belki görünür olduğu, teatralliği biraz daha görmeye başladığımız, onun anlam ürettiği işleri özlemeye başladığımı konuştum. “Acaba biraz oralardan kaçmaya mı başladık?” sorusu yeni bir soru benim için şu sıralar.

Sıla Tiyatro sanatçısı her dönem başka bir şeyi deneyecektir. Ben bu konuda taraf olmak istemedim, taraf olunmasından da hoşlanmıyorum.  Tiyatro hepsini kapsıyor.

Dönemsel bir şey belki de… Maddi kaynakların yokluğu da büyük faktör.

Sıla Tek kişi çalışmak illaki pratik oluyor. Gerçekçi yapılarda sürekli an peşinde koşmak daha fazla zaman isteyecek. Bizde iki katı zaman tek kişiye harcandı. Ama benim de canım çekiyor. Bunu yapınca başkasını canımız çekecek. Hepsinden çok keyif alıyorum.

Nagihan Dediğin şey çok önemli. Biz bu oyunu çok dolaştırmak istediğimiz için, kafamızdaki birçok şeyi attık. Sonunda bir sandalye ile kaldık ki, iyi ki öyle oldu. Bunlar güzel şeyler. Ama diğer yandan tek kişilik oyundan sıkılmaktan ziyade, biçim meselesi çok devre dışı bırakılmaya başlandı. Biz sadece söylediğimiz, anlattığımız şeyle ilgilenir olduk. Sanatta cesaret dediğimiz olgu neyi nasıl anlattığımızla ilgili. Hele ki tiyatroda… Biz biraz nasıl anlattığımızı devre dışı bıraktık. Senin dediğin tartışma belki öyle bir yere oturuyor olabilir. Ne anlattığımızdan ziyade nasıl anlattığımızdan ortaya çıkacak o cesaret.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm