‘Dali’nin Kadınları’ ile adını duyuran Erdi Işık’ın kaleme aldığı ‘Hipokrat’ yeni tiyatro sezonunun dikkat çeken işlerinden biri. Canan Ergüder ve Kenan Ece gibi çok iyi iki oyuncuyu aynı sahnede buluşturan ve seyirciye kendini sorgulayacağı bolca malzeme sunan oyunun rejisi ise Versus Tiyatro’nun kurucularından Kayhan Berkin’e emanet. Bir erkek ve bir kadın doktorun kentli orta üst sınıfa has problemlerin ortasındayken karşılaştıkları daha büyük olayları konu alan ‘Hipokrat’ Ekim ortası Toy İstanbul’da prömiyer yapacak. Canan Ergüder, Kenan Ece ve Kayhan Berkin ile ‘Hipokrat’ı konuştuk.
İkiniz de sahneden bir süre uzaktınız. Bu aradaki süreçten biraz bahsedelim mi?
Canan Ergüder Ben bir hamilelik dönemi yaşadım; bebeğimiz Demir doğdu. O da tabii bir hayli ara demek oldu. ‘Güllerin Savaşı’ bitince de biraz ara vermek istedim açıkçası. Zaten genelde bütün işlerimin arasında es vermeye dikkat ediyorum. Tiyatro için ara verme fikrim yoktu aslında. Bu esnada çok oynamak isteyeceğim bir oyun da gelmedi ve öyle gelişti.
Kenan Ece Benim de aynı şekilde. Canan’ın dediği gibi çocuğumuz dünyaya geldi. ‘Bakarsın Bulutlar Gider’i Türkiye’den sonra Viyana’da hem Almanca hem Türkçe oynadık. Değişik bir süreçti benim için çünkü aynı oyunu Almanca oynamak ortaya farklı bir oyun çıkardı. İki aylık bir prova sürecinin sonunda beş oyunu Almanca, beş oyunu Türkçe oynadık. Derken Demir’in doğumu, ‘Taksim Hold’em’ filmi ve sonrasında ‘Avlu’ geldi. Süreç bu şekilde geçti.
Üçünüze de ‘Hipokrat’a nasıl dahil olduğunuzu sormak istiyorum. Metni okuduğunuzda ne hissettiniz?
Canan Oyunun yazarı Erdi çok yakın arkadaşım. Binbir fikri olan biri. Beni aradı ve üç oyun fikrinden bahsetti. Ben de üç fikir içinde en çok ‘Hipokrat’ı beğendiğimi söyledim. Çok azimli biri olduğu için dört gün içinde sadece erkek doktorun hikayesi olan ilk taslağı yazdı. Gel zaman git zaman, oyunla daha haşır neşir olunca; “Acaba oyun tek kişilik erkek oyunu olarak kalmasa da bir kadın hikayesi de içerse nasıl olur?” diye konuşmaya başladık. Zannedersem Kayhan’la da o esnada görüşmeye başlamış. Bu sırada Erdi, kadın doktorun da hikayesini yazdı. Kadın ve erkeğin hikayesinin aynı anda sahneye taşınmasında hemfikir olunca, çift olarak oyuna dahiliyetimizi konuştuk. Kenan’la zaten beraber bir oyunda oynamak istiyorduk. ‘Hipokrat’ da tam da içinde yer almak istediğimiz bir oyun oldu.
Kenan Benim ise Canan’la Erdi’nin konuştuğundan haberim yoktu. Metin bana son kertede geldiğinde hem erkek hem kadın hikayesi yazılmıştı. Okuduğumda çok beğendim. Hatta “Acaba kadını ben, erkeği Canan oynasa nasıl olur?” diye de düşündük ama sonrasında bu fikirden vazgeçtik. (Gülüyorlar) Bir de tabii metni çok sevmeme rağmen sahnede nasıl olacağı pek gözümün önüne gelmemişti. Ama Kayhan’la beraber bir okuma provası yaptık ve içime sindi.
Kayhan ‘Hipokrat’a dahil oluşumun üç sebebi var diyebilirim. Birincisi daha önce yaşayan yerli bir yazarla hiç çalışmamıştım. İkincisi oyunun kurbanların değil cellatların ağzından anlatılan bir oyun olması benim için dikkat çeken noktalardan biri oldu. Üçüncü olarak da bu oyunu iki çok iyi oyuncuyla yapmamız gerektiği konusunda Erdi’yle hemfikirdik ve iki çok iyi oyuncumuz var.
Kesinlikle öyle. Ben oyunu okuduktan sonra karakterlerin iç sorgulamalarının sahneye nasıl aktarılacağını da çok merak ettim. O sebeple Kayhan’a sormak isterim, nasıl bir reji izleyeceğiz?
Kayhan Oyunu okuyunca insanın kafasında bir konsept oluşuyor tabii ama ben oyunu prova sürecinde oyuncuların malzemesine göre, herkesin yaratıcılığına göre şekillendirme taraftarıyım. Dinamik bir oynama biçimi olacağında hemfikirdik. Oyunculuğun çok ön planda olduğu ve seyirciyle göz teması kurulacağı bir oyun olacak. Ama “Oyunumuz şunu anlatıyor,” demeye karşıyım çünkü buna bence seyirci karar vermeli.
‘Hipokrat’ı izlemeye gelecek seyirciyi ne bekliyor?
Kayhan İddiamızı söyleyeyim ben; seyircinin kendisini sorgulamasını bekliyoruz.
‘Hipokrat’ size oyunculuk anlamında nasıl bir alan tanıdı?
Canan Alansız. (Gülüyor) ‘Hipokrat’ kısıtlanmış bir alanda küçücük ve havasız bir tuvalette geçiyor. Oyunun dinamizmiyle birleştiğinde alanın kısıtlayıcı özellikleri klostrofobik bir hava verecektir diye tahmin ediyorum. Kendimi oyunun sonlarında yorulmuş hissediyorum; seyircinin de benimle aynı paralelde ilerleyeceğini düşünüyorum.
Kenan Canan’ın dediği gibi dar bir alandayız ve aynı insanın içinde değişken sesler var. Vites benzetmesi yapacak olursak vitesleri değiştirmenin oyuncu olarak beni zorlayacağını ve geliştireceğini düşünüyorum. Tek bir insanın içinde farklı seslerin gelip gitmesi dediğim gibi geliştirici olacaktır.
Ne sıklıkla prova yapıyorsunuz? Oyunu ilk okuyuşunuzdan beri neler değişti?
Kayhan Bence Türkiye tiyatro dinamiğine göre iyi prova yapıyoruz. Haftada üç-dört provayla ve gündüz provası yaparak ilerliyoruz. Ucu açık gece provaları bize göre değil açıkçası.
Kenan Bu arada provalara ayrı ayrı başladık.
Kayhan Evet, iki oyuncuyla ayrı ayrı çalışmaya başladık sonra bir araya geldik. Prova sürecinde metni, oyunu ele alışımız değişiyor. Demin bahsettiğim oyuncuların ‘yaratıcı sürece dahil olması’ davetime de sağ olsun Kenan ve Canan da icabet etti.
Kenan Şunu da söylemek lazım; iki oyunun bir araya gelmesi, aynı anda oynanması oyunun bam teli, kritik noktası.
Aslında iki hikayenin aynı anda sahnede olması oldukça zorlayıcı olsa gerek.
Kayhan Şu anda tam da Canan ve Kenan’ın aynı anda sahnede olduğu provalardayız ama biz işin zorluğuna değil meydan okuma kısmına odaklanıp bizi geliştireceğine inanıyoruz.
Karakterlerin her ikisi de seyirciye itici gelebilecek söylemlere sahipler. Yeşim ve Furkan’ı ele alırken onları nötrleştirme derdiniz oldu mu?
Kenan Oyun bence kısaca iki kentli insanın önceden paketlenmiş gerçeklik tünellerinde yaşarken bir kriz anına denk gelmelerini ve bununla mücadele edip edemediklerini anlatıyor. Kültürel çevre tarafından kodlanmış davranış ve düşünce biçimleri var. Kriz anında gerçekle yüzleştikleri zamansa sarsılıyorlar. Nötrleştirmek derdi kendi adıma yok. İkisinin de kentlerde yaşayan herkesin içinde olduğu bir durumda olduklarını düşünüyorum. Kendimize ait olduğunu sandığımız davranış biçimleri ve düşüncelerin ne kadarı bize ait açıkçası ben de emin değilim. O sebeple itici ve çekici bir yerden ele almak ya da nötrleştirmek gibi bir çabamız olmadı.
Canan Bir ekleme yapmak istiyorum. İngilizcede ‘private moment’ denen ‘özel anların’ seyirci içinde yaşandığı bir oyun bu. Bu özel anlarda istediğimiz kadar itici, çirkin ya da vahşi olabiliyoruz. Dolayısıyla bu anlarda itici olup olmamaları aslında önemli değil. Çünkü bu anlar, onların özel anları…
Oyunu okuduğunuzda ya da provaya girdiğinizde aklınızda en çok yer eden replik, cümle ne oldu?
Canan Benimki “Ben hesap soruyor muyum 40 yaşında koskoca adamı reşit olup olmadığı muamma olan bir kızla evlendirdiniz diye!” ve de “Sürekli kadın doktora muayene olmak isteyip, kızlarını okutmayan insanların yaşadığı bir ülkede …” diye başlayan bir cümle var. Bu ikisi.
Kenan Benimki de “Çok kötü bir şey oldu. Savaştan, depremden, tsunamiden, açlıktan, yokluktan daha da kötü. Ve o kötü şey çocukları, çocuklarımızı bizden aldı.”
Tiyatro ile ilgili klişe bulduğunuz söylemler neler?
Canan Tiyatrodan spormuş gibi bahsedilmesi.
Kenan Benim için de kutsallaştırılması. Kişilere göre kutsal olabilir tabii ki ama bu kutsallaştırma meselesi, dilde yerleşen “tiyatro yapma bana” gibi tiyatroyu hafife alan söylemlere karşın doğmuş da olabilir.
Kayhan Gülen ağlayan surat maskelerine gıcık oluyorum diyebiliriz.
8, 11, 12, 19, 22, 26, 29 Ekim, Toy İstanbul, 20.30, 50-75 TL