Kurulduğu 2013 yılından beri heyecanımızı ve merakımızı diri tutmayı başaran D22 ekibi yine şaşırtmıyor. Bugüne kadar sahneledikleri dört oyundan üçünün metninin Berkay Ateş’e ait olmasının bu duygularımızda payı olduğu aşikâr. Bu sezonun yeni oyunu ‘Kuş Öpücüğü’ de diken üzerinde izlediğimiz bir metin. Fonda torbacılar, hırsızlar ve polis ablukasının olduğu sert bir anne oğul ilişkisi anlatıyor gibi görünüyor en başta. Ancak dakikalar ilerledikçe günümüz televizyonlarının en eleştirilen yanına dönüyor yüzünü, yani reality şovlara. Birçoğumuzun kurmaca olduğunu düşünüp, burun kıvırdığı hikâyelerin kahramanlarını televizyon dünyasına götüren süreci ve ekranda yaşananların samimiyet dozunu sorguluyor. Berkay Ateş, Güneş Hayat ve Mesut Özkeçeci’nin dozunda ve tadı hâlâ damağımızda olan oyunculuklarına, Can Kulan ve Emir Çubukçu’nun başarılı rejisi de eklenince gerçekler yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Seyirciye hem ruhen hem de fiilen dokunan oyun, Ateş’in de dediği gibi “Yalanın dolanın ayyuka çıksa da hoş görüldüğü, ölümlerin meşru kılındığı, her şeyin birbirine karıştığı bir ülke”nin hikâyesi.
Oyunla ilgili ipucu vermek istemiyorsunuz, biliyorum. En iyisi siz bize anlatın. Nedir ‘Kuş Öpücüğü’nün hikâyesi?
Berkay Kentsel dönüşüme uğramak üzere olan bir gecekondu mahallesinde akordeon çalarak ve torbacılık yaparak hayatını kazanmaya çalışan, kalbi delik Mehmet ve yıllar sonra eve dönen annesinin hesaplaşmaları ile başlıyor oyun. Zaman geçtikçe Mehmet’in kalbindeki rahatsızlık artıyor ve onu yatağa düşürüyor. Hatice de yemeğinden ilacına, dört bir yandan oğlunu iyileştirebilmek için uğraşırken yüklü ameliyat parasını denkleştirebilmek amacıyla televizyonun ışıltılı dünyasına sığınıyor. Mehmet’in tüm karşı çıkmalarına rağmen bir anlaşma ile kendilerini televizyon programında buluyorlar. Sonrası ise ekranda yaşanan trajikomik olaylar…
Aslında olan biten komik değil ama gülüyorduk ne yazık ki.
Güneş İnsanlar deşarj olmak için gülüyorlar aslında. İzlerken yaşadıkları iç sıkıntısından kaçma ihtiyacı hissediyorlar. Bu nedenle gülerken rahatladıklarını hissetmek, o gülüşleri duymak bize iyi geliyor.
Berkay’ın ‘Abluka’daki oyunculuğu aldığı ödülle tasdiklenmişti. Bu oyunda da çok başarılı. Ama bence ‘Kuş Öpücüğü’nün en dikkat dikkat çeken ismi sensin Güneş. D22’nin web sitesinde Brecht’in ‘İnsan insanın kaderidir’ sözü yazıyor ya hani, oyuncu da oyunun kaderi galiba. Hatice karakteri senin için yazılmış sanki. Karakteri ajitasyona kaçmadan canlandırabilmek için nelerden beslendin?Güneş Anne olmamın büyük etkisi var tabii ama öğrencilerimle de hep anne çocuk ilişkisi kurdum bugüne dek. Benim parlak çocuklarımdan birisi olduğu için Berkay’la zaten aramızda bir ana oğul ilişkisi vardı. Provalarda onu besledik sadece. Asıl zorlandığım konu Hatice’nin hapishane geçmişi ve 20 yıldır oğlunu görmemiş olmasıydı. Ben gerçek hayatta dokunmayı seven bir insanım. Ama bu oyunda Mehmet annesine o şansı vermiyor. “O şefkati ona nasıl hissettireceğim?” sorusuna cevap bulmak çok zordu. Uzun süredir ilk defa bir oyun için gecelerce uyumadım.
Oyunda birçok sorunun cevabını sahnede bulamıyoruz. Neden yapıyorsun bunu seyirciye Berkay?
Berkay Hikâyede kapalı alanlar bırakmayı seviyorum. Her hikâyeyi açık açık yaşamak dizi izleme alışkanlıklarına bağlayabileceğimiz bir seyirci beklentisi. Seyirci sürekli enformasyon almak istiyor. “Aman ben kafamı yormayayım, aman hayal dünyamı zorlamayayım, her detayı bileyim,” kafası hâkim.
İnsanlar bu nedenle televizyon izlemiyor mu zaten? Düşünmek zorunda kalmamak, kafalarını boşaltmak için?
Berkay Doğru, bu yüzden izliyorlar. Ve bunu talep etmeyi hak görüyorlar. Kolaycılık diye bir şey varsa hayal dünyası diye de bir şey var. Yazar söylemek zorunda değil. Bu oyunun sonunda Mehmet’e ne olduğunu yazar söylemeyebilir. O da seyirciye kalsın. Ben bu durumu yazarken de izlerken de seviyorum. ‘Abluka’da da çok seviyordum. Beni en çok etkileyen şeylerden biriydi filmde.
Değindiği konular itibariyle mesajı bol bir oyun ‘Kuş Öpücüğü’. Göçmenlik, torbacılık, polis ablukası… Ama asıl mevzu bunların hiçbiri değil. Zor olmuyor mu bu kadar konu içerisinde dengeyi tutturmak?
Berkay Yazan için de, izleyen için de, oynayan için de zor. Bazen bu kadar konu katmayayım hikâyeye diyorum ama çevremizde yaşananlar bunlar. Eğer siz bir gecekondu mahallesini yazmak istiyorsanız, bu kadar çok olay olurken es geçemezsiniz onları.
Güneş Tabii ki oyunun odağında bizim evimiz var ama etrafta olan biteni de yok sayamazsınız. Böyle bir gerçek var. Kentsel dönüşümden etkilenen, polisin sürekli “Boşaltın burayı” dediği, uyuşturucu ticareti dönen, saat satan siyahilerin yaşadığı mahallelerden biri. Bunlar yokmuş gibi davranamayız. Sadece söze dökülseydi bu kadar etkileyici olur muydu bilmiyorum. Bu yolla insanların farkına varmasını sağlıyoruz galiba. “Biz lokal yaşıyoruz ama çevremizde böyle bir hayat var, bunu yadsıyamayız,” diyor belki de seyirci.
Berkay Bu unutkanlığın sebeplerinden biri de televizyon. Birçok insan dışarıda bunları yaşarken evlerimizde hapsolduğumuz bir televizyon dünyası var. Ben evlerden sadece birinin televizyon dünyasına hangi bilmediğimiz şartlarda, bilmediğimiz sebeplerle taşınmak zorunda kaldığını anlatmak istedim.
Televizyonda gösterilenle gösterilmeyen arasındaki farkı net bir şekilde görüyoruz sahnede de.
Güneş Bu tür programlara katılan çok sayıda insan var ama şu anda ne yaptıklarını bilmiyoruz. İşin acı ama gerçek yüzü. Berkay metninde bunu çok güzel vurgulamış.
Berkay Biz artık insanı tüketiyoruz. Sadece yiyecekleri, içecekleri, kıyafetleri değil; biz bu dünya ile birlikte insanın kendisini de tüketiyoruz.
Televizyon izlerken ‘kesin oyuncu bunlar’ diyerek hikâyeyi kendimizden uzaklaştırdığımız gerçeği var bir de. Mehmet ve Hatice için de aynı şeyi düşünenler olacaktır.
Berkay Böyle çok program izledik. Hem yazım aşamasında hem de prova sürecinde… Bizi paranoyaya sürükleyen şey o aslında. Bu insanlar kast mı yoksa gerçek mi? İnsanların duyguları sahtelik ve samimiyetle sınanır hale geldi. İzlerken hepimizin yaptığı bir şey bu, insanları yaftalamak.