Sene başında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışmasından beri merakla bekliyoruz Emin Alper’in ‘Kız Kardeşler’ini. Festivalde eleştirmenlerin gözdelerinden biri olan film, büyük ödülü kimilerine göre kıl payıyla kaçırmış; İstanbul Film Festivali’nde ise Altın Lale, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Özgün Müzik ödüllerini toplamıştı. Yönetmenin önceki filmleri ‘Tepenin Ardı’ ve ‘Abluka’ya kıyasla daha kişisel, daha az siyasi bir öykü anlatıyor ‘Kız Kardeşler’. Beslemelik geleneğini mercek altına alan film, Emin Alper’in de dediği gibi, daha karakter merkezli bir öykü anlatıcılığına odaklanıyor; yönetmenin bundan sonraki filmlerinde nasıl bir yol çizeceğine dair heyecanlanmamıza sebep oluyor.
Önceki filmlerinize kıyasla ‘Kız Kardeşler’ daha kişisel bir iş mi?
Evet, daha kişisel bir iş. Beslemelik kurumunun büyüdüğüm kasabada çok yaygın olmasından dolayı, pek çok çocukluk arkadaşımın besleme olmasından kaynaklı nedenlerle kişisel her şeyden önce. Ama onun dışında da aşağı yukarı bütün karakterlerde benim tanıdığım, bildiğim, aşina olduğum insanlardan parçalar var. İlk kez bir filmin çekim ve kurgu sürecinde duygusallaştığım anlar oldu. Sırf bundan dolayı da bu filmin daha kişisel olduğunu hissettim.
Film köyde geçmesine rağmen iki tarafın da (şehirdeki ve köydeki aileler) bakış açılarını yansıtıyorsunuz; kötü bir karakterden bahsedemeyeceğimiz bir kadro kuruyorsunuz. Karakterleri yaratırken nelerden esinlendiniz?
Dediğim gibi her karakterde tanıdığım, bildiğim birilerinin izleri var. Tam da bu nedenle belki gerçekten kötü bir karakter çizemedim. Bu filmin en temel duygusu ‘arada kalmışlık’. Bütün karakterlerde bu arada kalmışlık duygusunu ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu nedenle karakterlerden söz ederken ‘hem öyle hem böyle’ tarzında cümleler kurmak zorunda kalıyoruz. Nurhan hem öfkeli ve isyankar, hem de şehirdeki aile tarafından kabul edilmek için uslanmaya niyetli. Kardeşler hem birbirleriyle rekabet içinde, hem de birbirlerine karşı müthiş sevgi dolu. Baba, hem kızları başından bir an önce savmak isteyecek kadar bencil, hem de onlara iyi bir hayat kurmak isteyecek kadar şefkatli. Çoban Veysel hem Reyhan’a aşık, hem de ona karşı aşırı öfkeli. Bütün karakterler aşağı yukarı böyle.
Son dönem Türkiye Sineması’nın da etkisiyle, taşrada geçen bir film gördüğümüzde Çehov esintileri arıyoruz. ‘Kız Kardeşler’i izleyenlerin de aklına isminin de etkisiyle, ‘Üç Kız Kardeş’ oyunu geldi genellikle. Ancak siz onun yerine ‘Çukurda’ öyküsünden ilham aldığınızı söylemiştiniz. Filmin sonundaki önemli bir olay dışında, konu veya karakterler açısından ilham aldınız mı ‘Çukurda’dan? Yoksa bu olayla sınırlı mı kaldı esinlenmeniz?
Bahsettiğiniz olay ve hikayenin köyde yaşayan bir ailenin başından geçmesi dışında doğrudan bir ilişki yok ‘Çukurda’ hikayesiyle bizim hikayemizin. Ama daha dolaylı ve genel bir manada Çehov’un ve ‘Çukurda’ öyküsünün kuvvetli bir etkisi oldu yazım sürecinde. Dokunaklı bir hikaye anlatma konusunda çok ciddi cesaret verdi bana bu öykü. Eğlenceli ya da dokunaklı hikayeler yaratarak duygulara hitap etme çabasını büyük ölçüde ana akım sinemaya terk etmiş durumda bağımsız sinema. Sanat sineması deyince aklımıza çok daha mesafeli ve soğuk bir anlatım dili geliyor. Hakim sanat sineması dilinin dışına çıkma ve bir yandan derinlikli bir yandan dokunaklı hikayeler anlatma doğrultusunda büyük ilham verdi bana ‘Çukurda’. Çehov’un bu film üzerindeki bir başka etkisi de karakter merkezli hikaye yaratma konusunda oldu. Çehov hikayeleri gibi burada da asıl sürükleyici olanın karakterler ve karakterleri tanıma isteği olduğunu düşünüyorum. Çarpıcı ve beklenmedik olaylar zincirinden ziyade, karakterlerin karşılıklı diyalog içinde kendilerini açığa çıkarma süreci bizi filmin içine çekiyor ve hikayenin çatısını karakterlerin birbirleriyle olan ilişkisi kuruyor.
‘Kız Kardeşler’i ne zaman yazmaya başlayıp, ne zaman bitirdiniz?
2015-2016 kışında yazıp bitirdim. Tam tarihleri hatırlamıyorum ama birkaç ay gibi kısa bir sürede bitti yazım süreci. Yazarken de en az zorlandığım senaryolardan biri oldu nedense.
Önceki filmlerinize kıyasla ‘Kız Kardeşler’in daha komik bir havası var. Neden bunu tercih ettiniz?
Bu en başta çok bilinçli bir tercih değildi. Filmin yazım sürecinde kendiliğinden çıkan bir mizahı vardı hikayenin. Ama bu durumu ikinci ve üçüncü yazımlarda fark ederek mizahı daha da güçlendirmek için çalıştım. Filmin ağır havasını ve trajik unsurlarını hafifleten bir öge olarak bu mizahtan hoşlanmıştım çünkü. Bu mizahın ayrıca benim için karakterlerin özelliklerinden ve pozisyonlarından kaynaklanan organik bir yanı oldu hep.
Madendeki cinler, Veysel’in duyduğu sesler gibi hikayeye masalsı bir hava katan unsurlar var. Öyküyü oluştururken bildiğiniz masallardan, mitolojiden esinlendiniz mi?
Net ve bilinçli bir ilham kaynağım yok. Çocukluğumun geçtiği yer olan Ermenek, kömür madenleriyle doluydu. Hatta Türkiye orayı o korkunç maden kazasıyla tanıyor. Mezara işediğinden dolayı çarpılan adam hikayeleri, karanlıktan kaynaklanan korkunun ilham verdiği ürkütücü öyküleri ise çocukluğumdan hatırlıyorum hep. Köyün delisi ise malum yaygın bir klişe. Bir yandan deli klişesini kullanmak istedim, bir yandan da onu klişelikten çıkarmak istedim.
Yazmakta, zihninin içine girmekte en çok zorlandığınız karakter hangisi oldu?
Özellikle böyle bir karakter olduğunu söyleyemem. Hatta tam aksine bütün karakterlere kendimi çok yakın hissettim. Belki de o yüzden yazım süreci daha az sancılı geçti. Ama kadınların kimi diyaloglarını yazarken erkeklere kıyasla biraz daha zorlandığımı söyleyebilirim. Bazı noktalarda “Kadınlar bunu kendi aralarında nasıl konuşur?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Anlaşılabilecek nedenlerle erkeklerin diyalogları ise çok daha kendiliğinden çıktı.
Palu Ailesi hakkında dile getirdiğiniz, onlara dair bir film çekme fikri, anında ilgi toplamış ve pek çok yerde abartılarak haber olmuştu. Sizce neden başka ailelerin acıları, sorunları ve sapkınlıkları bu kadar ilgimizi çekiyor?
Kendi ailelerimizde de acılar, sorunlar ve sapkınlıklar var da ondan galiba. Ama bu mevzunun bu şekilde haber olması açıkçası beni de çok şaşırttı. Ağzımdan yarı şaka çıktığı andan itibaren olanları biraz şaşkınlıkla izledim.
Filmini çekmediğiniz bir öyküyü kitaplaştırmak mı, yoksa yazmadığınız bir senaryonun filmini çekmek mi? Hangisini yapmayı tercih ederdiniz?
Birincisini tercih ederdim herhalde. Aslında yazma fikri kafamı çok uzun süredir meşgul ediyor. Zaman zaman sinemayı bırakıp kendimi edebiyata vermeyi bile düşünüyorum. Hem bu kadar zahmetli ve zor, hem de anlatım olanakları daha kısıtlı bir sanat dalıyla niye cebelleşip duruyorum diye düşünüyorum. Ama bunu yapmak çok kolay değil. Farkında olmadan yıllarca kendimi bir sinemacı olarak eğitmişim. Hikayeler aklıma senaryo şeklinde geliyor ve derhal görselleşiyor. Bunu değiştirmek kolay değil. Senaryosunu yazmadığım filmi çekmeye gelince… Bunun olması için gerçekten senaryoyu çok sevmem ve kendime mal etmem gerekiyor. Böyle bir senaryoyla karşılaşırsam neden olmasın?
‘Kız Kardeşler’, 13 Eylül’de vizyonda.