Her sanatçı kendi deneyiminden yola çıkar ve başımızdan geçen her büyük olay kim olduğumuzu tanımlar. Savaş başlamadan önce sanat eğitimi alıyordum ve o zamanlar sanatın en önemli şey olduğunu düşünüyordum. Savaş başladığında hızla büyümem gerekti ve hayatımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan temel ihtiyaçların ne olduğunu çok acımasız bir şekilde öğrendim. Sanat aracılığıyla çok özel bir şekilde özgürlük için savaşıyoruz.
Meşhur ‘Bosnalı Kız’ adlı yapıtının ardındaki gerçekliği anlatır mısınız?
Bu iş, 2003 yılında afişler, kartpostallar ve dergi reklamları formatlarında kamusal bir proje olarak gerçekleştirildi. Bir Flaman Birleşmiş Milletler askerinin Srebrenitsa’da yazdığı bir duvar yazısını ilk defa gördüğümde hissettiklerime doğrudan ve dolambaçsız olarak verdiğim bir tepkiydi. Kendi imgemi sadece kendi portremi sunmak amacıyla değil, aynı zamanda başkaları tarafından bana dayatılan herhangi bir algıyı kabul edebileceğimi göstermek için kullandım. Ben de bir ‘Bosnalı Kız’ım ve ancak ben kendimi duvar yazısındaki ‘Bosnalı Kız’ın yerine koyabilirim. Ayrıca hepimizin aynı anda hem kurban hem de fail olduğumuzu söylemek istedim. Ön yargı dediğimiz şey kendini yansıtmaktan ibaret.
İşlerin zor zamanlarda hayatın inceliklerinin bir kenara itilemeyeceğini hatırlatıp, insanın direnme gücünü vurguluyor. Zor zamanlardan geçen Türkiye halklarına ne söylemek istersin?
Çok basit ve son derece önemli bir olguyu sıklıkla unuttuğumuzu düşünüyorum: Her birimiz bir şeyleri değiştirecek kadar güçlüyüz; aktif olup sorumluluk almalı ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çabalamalıyız.
İşlerinde kendi imgeni kullanmayı tercih etmen neden?
Bazen bir otoportre üretme amacı olmaksızın kendi imgemi kullanıyorum. Ama aslında bütün işlerim birer otoportre. Başlangıç noktası her zaman kaçınılmaz olarak, bireyin kendisi. Yaratıcı süreç boyunca üzerinde çalıştığım konuların bende uyandırdığı tüm duyguları, fikirleri ve rolleri kendi içimde yeniden yaşıyorum. Bu açıdan kendi imgem ve bedenim bir fikri gerçekleştirmek için kullandığım birer araç.
‘Ab uno disce omnes’ (Bir Şeyden Her Şeyi Öğren) adlı yapıtın sayesinde hükümetlere ellerindeki belgeleri yayınlamaları için baskı uygulayarak toplu mezarların yerleri ile kayıp listelerinin yayınlanmasını sağladın. Nasıl başardın bunu?
Bu proje Wellcome Collection tarafından Londra’da gerçekleşen ‘Adli Tıp: Suçun Anatomisi’ sergisi için sipariş edildi. Bu iş, Bosna Savaşı’ndan sonra adli bilimlerin Bosna toplumunda oynadığı önemli role duyduğum ilgi etrafında şekillendi. Yakın geçmişin acı mirasını ele alıyor. Alan araştırması ve morglara, DNA laboratuvarlarına, anmalara, suç mahallilerine yaptığım ziyaretlerle birlikte tüm süreç iki yıl sürdü. Bu sırada bölgesel ve uluslararası kurumların yanı sıra, kayıp yakınlarıyla ve toplama kamplarından sağ kurtulan kişilerle de birlikte çalıştık. ‘Ab uno disce omnes’ sayesinde Bosna’daki bütün kayıpların mevcut listelerini yayınladık, toplu mezarların bir listesini yaptık ve böylelikle yetkililer ve kurumlar üzerinde mezarların yerlerini kamuya açıklamaları konusunda baskı oluşturduk. Şu anda elimizde 5000’in üzerinde mezar yerinin listesi var ve bu liste toplu mezarların koordinatlarını ve haritalarını da içeriyor. Ayrıca toplama kamplarının da bir listesine sahibiz ve bütün bu bilgiler artık kamuya açık. Hepsine abunodisceomnes.wellcomecollection.org adresinde ulaşabilirsiniz.
Lefkoşa’daki sınır duvarına çizdiğin çizgiler 2005’te belediye başkanı tarafından sildirilmişti. Bu olay sonrası yeniden Türkiye’ye gelmek neler hissettiriyor?
2005 yılında Kıbrıs’ta ‘Pembe Hat Yeşil Hatta Karşı’ başlıklı kamusal bir proje gerçekleştirdim. Bir açıdan bu iş Yeşil Hat olarak adlandırılan sınıra dönüşmüş bir savaş hattına ve bu durumun tartışmaya açık olmayışına verdiğim bir tepkiydi. Bu iş için izin alamamıştık o yüzden gerilla yöntemlerini kullandık. Yeşil Hat’ın çizildiği duvarlara pembe bir çizgi çekip ‘Sınır yok, sınır yok, olmasın, isterdim’ yazan bir grafiti yaptık. Bir sonraki gün çizgilerin üzerlerini önce beyaz sonra gri boya ile boyadılar. Bu türden naif bir sansürü bekliyorduk ve oldukça eğlenmiştik. Grafitiye dokunmadılar. Şimdi, bu işten on yıl sonra hâlâ oldukları yerde duruyorlar mı merak ediyorum. Maalesef Lefkoşa hâlâ bölünmüş bir şehir. Dünyanın dört bir yanında sınırlara duvarlar örülüyor ve insanlar bu sınırları aşmaya çalışırken canlarından oluyorlar. Gelecekte ne olacağını kestirebilmek güç...