‘O Kedi Siyah Mıydı?’ sergisinin hazırlık sürecinden bahsedebilir misiniz? Eserler nasıl bir hazırlık sürecinin sonunda, ne kadar zamanda ortaya çıktı?
‘O Kedi Siyah Mıydı?’ sergisi, uzun bir düşünsel yolculuğun ürünü. 2020’de yoğunlaştığım bu konu üzerine birçok iş üretmiş, ancak o dönemde aradığım cevaplara ulaşamayınca projeyi bir süreliğine rafa kaldırmıştım. Yıllar sonra eski sketchbook’larımdaki şemalara yeniden bakmak, geçmişte “başarısızlık” olarak gördüğüm süreci bir ilham kaynağına dönüştürdü. Bu kez cevap aramaktan çok, soruların kendisinin gücüne odaklandım. Böylece eserler, dört yıllık bu yolculuğun sonunda olgunlaşıp bir sergiye dönüştü.
Sergideki eserlerin ana teması ‘yüzleşme’. Neden bu temaya odaklanmak istediniz? Sergiyi ziyaret edenleri neyle yüzleştirmeyi arzu ediyorsunuz?
Serginin ana teması olarak ‘yüzleşme’yi seçmemin nedeni, batıl inançların yalnızca bireysel bir inanç meselesi değil, aynı zamanda kolektif bir kültürel miras ve bilinçaltımızdaki derin korkuların bir yansıması olması. Bu inançlar, çoğu zaman yüzleşmekten kaçındığımız ölüm korkusu, belirsizlik ve kontrol ihtiyacından doğuyor. Ziyaretçilerin, bu inançların arkasında yatan insan psikolojisi ve toplumsal dinamiklerle yüzleşmesini istiyorum. Sergi, bu yüzleşmeyi rahatsız edici değil, keşfe davet eden bir süreç haline getiriyor; çünkü inançlarımızın görünmeyen köklerini anlamak, bizi hem geçmişimizle hem de geleceğimizle daha derin bir bağ kurmaya yönlendirebilir.
Mistisizm üzerine yaptığınız araştırmalar sonucunda eriştiğiniz sembollere işlerinizde yer veriyorsunuz. Bu sergi için ne gibi araştırmalar yaptınız? İlginç sembollere rastladınız mı?
Ağaç sembolü, hem tarihsel anlamı hem de zaman içinde değişen işlevleriyle beni en çok etkileyen unsurlardan biri oldu. Ağaçlara yönelik tavrımız yüzyıllar içinde evrilerek, bu coğrafyada yaşayan insanların günlük bir refleksi haline geldi. Örneğin, tahtaya vurup “Allah korusun” demek. Eskiden, ağaçların büyülü canlıların evi olduğuna inanılır ve yardım dilemek için tıpkı bir kapıyı çalar gibi onlara vurulurdu. Bugün ise ağacın ölüsüne, yani tahtaya vurarak kötülüğü uzaklaştırmaya çalışıyoruz.
Bu dönüşümde ilginç olan, ağaç sembolünün gücünün fiziksel formu değişse bile sürekliliğini koruması. Canlı bir ağaçtan koruma beklerken, ölüsünden çıkardığımız sesle kötülüğü kovmayı amaçlıyoruz. Bu değişim, ritüellerin evrimini ve sembollerin kolektif bilinçteki derin köklerini anlamaya dair beni sürekli düşünmeye yönlendiriyor.
Üretim sürecinizde size neler ilham veriyor?
İlham kaynaklarım, araştırma ve yaratım aşamalarında birbirinden oldukça farklı. Araştırma sürecinde, odaklandığım konuyu mistisizm ve nöroloji gibi farklı perspektiflerden incelemek, olasılıklarla oynamak ve konunun sınırlarını test etmek bana ilham veriyor. Bu aşamada, konuyu derinlemesine anlamak ve farklı yönlerini keşfetmek için sürekli bir merak ve sorgulama hali içindeyim.
Üretim aşamasına geçtiğimde ise ilham kaynağım daha somut hale geliyor. Bu noktada, bulduğum konuyla uyumlu dokular ve malzemelerin birbirleriyle olan ilişkisi odaklanmaya başladığım unsurlar oluyor. Daha önce bir arada görmediğim malzemeleri birleştirme ve onların sunduğu görsel ya da dokunsal karşıtlıkları keşfetme isteği işlere yön veriyor. Her malzeme, konuyla nasıl bir diyalog kuracağına dair yeni bir ilham kaynağı yaratıyor.
Sanat kariyerinize ilişkin en büyük hayaliniz nedir?
Kendi sanat kariyerimin geleceğindeki belirsizliğin yarattığı heyecan, bugün üretmeye devam etmemi sağlayan en önemli itici güçlerden biri. Bu belirsizlik, her yeni projede farklı bir keşfe olanak tanıyor. Bu süreç benim için oldukça değerli. Ancak daha geniş bir hayal kuracak olursam, özellikle bu coğrafyada kadın sanatçıların çok daha özgür, öz güvenli ve korkusuz bir şekilde sanatlarını üretebildikleri ve bu eserlerini özgürce sunabildikleri bir ortam yaratıldığını görmek isterim.