‘İyi Hislerle Dolu Bir Kiler’ adından da anlaşılacağı üzere izleyiciye ‘umut’lu bir yerden sesleniyor. Siz bu işleri üretirken hangi zaman diliminde ve nasıl bir ruh halindeydiniz?
‘İyi Hislerle Dolu Bir Kiler’ içinde haz, rahatlama ve umut barındırıyor. İnsan zihni, gerçeği olumsuzluğu vurgulayacak biçimde büken enteresan bir defoya sahip. Bu defoya ‘negativity bias’ (olumsuzluk ön yargısı) deniyor. Araştırmacılar ‘bad is stronger than good’ (kötü iyiden güçlüdür) başlıklı makalelerinde yaşamın birçok sahnesinde olumsuz deneyimlerin olumlulara göre daha çok iz bıraktığından söz ediyor. Olumsuza yatkınlığımız evrimsel bir durum. Nesiller kötü deneyimlerini iyi hatırlayabildikleri için hayatta kalmışlar, ancak içinde yaşadığımız hiperrealist çağda olumsuz duygular bizi soluksuz bırakıyor. İyi hisler de kötü hisler de geçici ama iyi hislerde bir miktar demirleyebilmek, onların sunduğu limana sığınabilmek ve dinginleşebilmek bu serginin taşıdığı umut. Yaşam ve hisler, iyi ve kötü diye ayrılamazlar pek tabii. Bu kutuplaştırmacı bir düşünce tarzı olur, burada ‘iyi his’ kavramı bir sadeleştirme olarak işlev görüyor. 10 küsur senedir danışan gören bir sanat psikoterapistiyim. Bireylerin ağır ve kronik sorunlar ile karşılaştıkları dönemlerde deneyimlerine eşlik ve rehberlik ediyorum. Psikoterapi deneyiminde değişim ve iyileşme her ne kadar danışan odaklı olsa da, karşılıklı olarak yaşanır. Psikoterapist sürecin kendisine olan etkisini süpervizyon ve özbakım (self-care) sürecinde keşfeder ve anlamlandırır. Ben özbakımımı sanatla yapıyorum.
Sanat terapisi 2010’dan sonra daha da popüler hale geldi. Siz bu serginizde terapi penceresinden baktığınızda kendinizi sağalttığınızı ya da seyircinin resimlerinizle iyi hissedeceğini düşünüyor musunuz?
Picasso 1961 yılında yapılan bir röportajında “Sanat, ruhu günlük yaşamın kirinden tozundan arındırır,” diyor. Özbakım sürecinde, üzerimde tortulananları elimdeki kalem ve fırça vasıtasıyla yüzeye bırakıyorum. Resim yaptıkça, kendi eteğimdeki taşları tuvallere döküyorum ve birtakım varoluşsal sorulara yanıt arıyorum: İnsan neyi unutur? Neyi hatırlar? Yaşantılar nasıl anıya dönüşür? Hatırımızda anılar nasıl değişir ve dönüşür? Neden geçmişi şimdide tekrar eder dururuz? ‘Kişisel Hafıza ve Mitlerin İnşası’ adlı poliptik eserde bu soruların çoğuna yanıt buldum. Bu eser, formu itibariyle size kiliselerdeki altarları hatırlatacak. Dış dünyadaki din ve dinin belirlediği kutsallar haricinde, iç dünyamızda da altarlar-tapınaklar var. Kişisel yaşantılarımızın bir kısmını mitleştiriyor, bazı deneyimlerimizi benliğimizin yapı taşı gibi koruyoruz. İyi veya kötü, hayatımızı birtakım deneyimlerin ışığına bakmak ve bazılarının karanlığından kaçmak için kurguluyoruz. Kilerimizdekilerle mutfakta pişene tadını, aromasını veriyoruz. Başka bir dilde, hafızamızda biriktirdiklerimiz, şimdiye ve geleceğe aktarılıyor. Yanıtı güç soruların peşine düşmek, soruların büyüklüğü ya da toplumsal dayatmalar karşısında çaresiz kalmak ya da razı gelmektense, yanıtı bizzat yaratmak sağaltıcı bir eylem. Bunu yaptığım için mutluyum. İzleyicinin mevcut durum ve koşullar altında, resimleri görünce aniden kendilerini iyi hissedeceğini düşünmek yüksek bir beklenti olur. Ama bu resimlerle, izleyiciye bir seyir ya da dinlenme terası sunmak istiyorum. Galeride manzara eserlerinin karşısına, zamanı yavaşlatmak ve izleyicinin bir süreliğine seyre dalabilmesi ve soluklanabilmesi için sandalyeler yerleştirdik.
Sergide ‘Cinselliğin Manzaraları’ ismini verdiğiniz yağlı boya resimlerden oluşan bir dizi bulunuyor. Cinsellik konusu hâlâ ülkemizde bir tabu olarak görülürken özellikle dijital medyanın yayılımıyla bir yandan da konuşulmaya başladı. Sizin fikriniz nedir?
Bu sorunuzu yanıtlamak için sanırım daha da tabu bir noktaya değinmem geriyor. Eski çağlarda cinselliği kirli bulup yasaklayan ve kısıtlayan toplumlar olduğu gibi, cinselliğin kutsallığına atıfta bulunan birçok kadim gelenek var: Tantra, Taoist cinsellik gibi. Bu geleneklerin hiçbiri bugünkü bağlamda yerine oturmuyor. Ne imgesel olarak ne de kültürel olarak. Cinsellik ve beraberinde gelen imgelem erkek bakışı üzerine kurgulanmış ve anlağımızda farklı öznelerin deneyimine uygun imgeler ve kelimeler yok. Bir deneyime açılabilmek için onu bir hazne gibi içinde tutacak formlara, renklere-şekillere, seslere ve hecelere ihtiyaç duyarız. Nihai olarak, bizim için anlam ifade eden kelimeleri ve imgeleri bulduğumuzda, zihnimizde deneyimin niceliklerinden niteliklerine odaklanabilir hale gelir, derinleşiriz. ‘Cinselliğin Manzaraları’nda doğal bir yaşantıyı kavramamız, deneyimde derinleşmemiz, sıradanın içindeki kutsalı keşfetmemiz için metaforik alanlar yaratmaya çalıştım. Doğadan, mutfaktan ödünç aldığım formlar ile cinselliği konuşmak kolaylaşabilir diye de düşündüm. Sanatın işlevlerinden biri ötelenen konular üzerine diyalog başlatmak, üzeri örtülüp rafa kaldırılmak istenen konuları, masanın üzerine bırakmaktır. Ben de masanın üzerine cinselliği koyuyorum ve izleyiciyi hayatın sıradan bir buluşma sahnesinin içindeki sıra dışı durumları fark etmeye davet etmek istiyorum. Bir de cinselliğin manzaralarındaki cinsellik sadece ‘seks’ ile sınırlı değil. İnsanın libidosunun devinime geçtiği her buluşma anı cinsel bir an. İnsanın yaşamla, çevresindeki dünya ile kurduğu bağda kendi özünü kattığı her deneyimin içinde heyecan ve arzu var. Arzunun akabinde bir nabız artışı, bir tırmanış, bir doruk veya doyum anı ve çözülme ya da alçalış yaşanıyor. Bu kelimeleri dikkatli biçimde dinlediğinizde, zihninizde bir manzara canlanabilir. Orada bir tepe, plato, zirve ve bayır var. Cinselliğin manzaralarında gördüğünüz yerler, gidip gördüğüm ya da bakıp çizdiğim yerler değil ama konuştuğumuz dilin içinde barınan mekanlar.
Cinsellik ve arzu temalarını resmetme merakınızın başlangıç noktası neresiydi?
Yaşadığımız dönemde bir Google araması mesafesinde hazır bulunan tüm yanıtlar insanı başka öznelliklere nesne yapacak nitelikte. Google’da ‘seks’ kelimesiyle bir araştırma yapsak, karşınıza çıkan şey ‘Nişantaşı Seks Shop’. Öğrenmeye değil, bir şey satın almaya yönlendiriliyorsunuz. Aramayı ‘seks’ değil, de ‘sex’ anahtar kelimesiyle yapınca, çıkan yanıtlar da hemen hemen benzer dayatmalar taşıyor. Birden öğrenmek isteyen bir kişiden bir müşteriye yani özneden nesneye dönüşüyorum. Biraz aşağı doğru gittiğimde ise ‘Eğer Sevgilinizle Bu 20 Maddeden 15’ini Yapıyorsanız …’, ‘Sekste 20 Altın Kural’, ‘Seksin Faydaları Nedir?’ gibi başlıklar görüyorum. Bu sefer de araştırmacının üzerine bir performans baskısı çörekleniyor. Seksi başarmaya ve faydalarından yararlanmaya yöneltiliyoruz. Varoluşçu psikoterapist Ferhat Jak İçöz’ün ‘Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ adlı kitabında söylediği gibi ‘cinselliğimiz ve cinsel hayatımız saldırı altında’. Eski dayatmaların üzerine, cinselliğin özgürleşmesiyle birlikte, uyulması zor ve baskıcı bir ‘cinselliğini yaşa!’ listesi çıktı karşımıza. Cinsellik konusunda kapsamlı bir araştırma yapmak isteyenler, yanıtlarını farklı adreslerde arayacaktır ancak bu içinde yaşadığımız kültürün durumunu anlatan iyi bir indikatör. Bu konuda bulduğum yanıtlar, bana tatmin edici gelmedi. Başlangıç noktası, tam olarak bu hoşnutsuzluktu. Kendi öznelliğimi yaratmak ve korumak adına, aynı soruyu boya, tuval, iz ve imgeye sordum. Onlarda bulduğum yanıt ise sergide duvarlarda asılı. İzleyiciyi de ucu açık bıraktığım imgesel alanda kendi gerçeğini keşfetmeye ya da üretmeye davet ediyorum. Özgün bir varoluş için elimizdeki tek şans bu gibi geliyor.
Aynı zamanda şiir de yazıyorsunuz. Şiir ve resim birbirini nasıl besliyor?
Karalama yaparak ve sonucunda ne çıkacağını bilmeden başladığım resimlerde karşıma çıkan imgelere bakıp; onların nerede, nasıl durduklarını, ne yaptıklarını not ediyorum. Hatta, bazen resimdeki farklı imgeler birbirlerine seslenseler, neler söylerler diye düşünüp not alırken, bir şiir kompoze oluveriyor. Bu yüzden şiirler benim için resimlerin kılavuzu, onların dünyasına açılan kapının anahtarları gibi. Bu nedenle şiirleri duyabileceğiniz bir ses enstalasyonu oluşturduk. İzleyici, kavanozlardan yükselen ve mekanda yankılanan şiirleri duydukça, resimlerin dünyasına adım atabilir. Beyaz tavşanın peşinden gidip, Harikalar Diyarı’na yuvarlanan Alice gibi, izleyici seslere kulak verdikçe kendini uyku-düş ve uyanışın eş zamanlı yaşandığı bir iç bahçede bulabilir.
Tüm dünyayı saran koronavirüs salgını bir sanatçı olarak sizin yaşamınızı nasıl etkiledi? Bu dönemi yaşayan herkese sanat aracılığıyla nasıl tavsiyeler vermek istersiniz?
Pandemi bir anda, yaşadığımız evleri inzivaya dönüştürdü. Kabuğumuza çekilebildik. İlk başta yaşamın kontrolden çıkmış hızının yavaşlaması hepimize iyi geldi. Sonra, dışarıya ve özgürlüğe özlem duymaya, mahrumiyet çekmeye, kayıplar yaşamaya başladık. Dokunmatik ekran, düşlere en yaklaştığımız teknoloji. Aynı zamanda gündüz düşleri kurmanın, hayaller âlemine dalmanın, serbestçe düşlemenin en talihsiz ikamesi. Dijital koltuk değnekleriyle düşlerken, kendinizi öyle hissetseniz de özgür değilsiniz, kanatlarınızı açtığınız anda birilerinin ağlarına takılıyorsunuz, hem de hiç farkına varmadan. Arzu hiç hüsrandan bu kadar azade olmamış, engellerden arındırılmamıştı. Hiçbir engele takılmadan, hayallerinizi süsleyen ürünleri arayabilir ve bulabilirsiniz. Günümüz gerçeğinde Zeynep Sayın’ın tabiriyle ‘vaatsiz imgeler’e kitleniyoruz. Sansasyonalist unsurlarla bezeli tasarlanmış bir yüzeyde buluşuyoruz. Pandemi günlerinde ekran saatinizi kontrol ediyor musunuz? Evdeydiniz ama neredeydiniz? Nerede, ne yaparken geçmiş koca bir gün, koca bir hafta hiç baktınız mı? Siz de Trendyol, Modacruz, Amazon ve daha nice e-ticaret sayfasında tutku evrenine kapılarak saatlerce sörf yaptınız mı? Ben yaptım. Bir dilek listesine ya da bir sepete attınız mı arzularınızı? Peki bir mideye, bir fırına bir şeyler attınız mı iştahlandıkça… Şimdi ve geleceği, odanızı ve göbeğinizi doldurdunuz mu tıka basa? Ben yaptım. İkinci dalgada benzer şekilde eve kapanacak mıyız bilmiyorum ama dileğim ve önerim ekranları kapatmamız ve hatta gözlerimizi de kapatıp, zihnin engin diyarlarında düşlememiz. Gittiğiniz ve mutlu olduğunuz yerleri, hiç gitmediğiniz ama heves ettiğiniz yerleri zihninizde canlandırın. Her ne kadar doluluk teselli etse de tükenme korkumuzu, boşlukta rahatı bulabilmek için çabalamak... Bir web sayfasından diğer sayfaya yolculuk yapmaktansa, bir kağıda bir şeyler karalamayı ya da zihninizdeki kelimeleri bir deftere dökmeyi öneriyorum. Çünkü kağıtla yaptığınız bu eylemde gerçek bir yolculuğa çıkacaksınız. Kaybolsanız da, kendi yolunu bulmanız ve yaşamda seçtiğiniz tüm durumlara anlam katmanız mümkün.
10 Aralık’a kadar, Galeri/Miz, www.galerimiz.com