The St. Regis İstanbul’un önünde yer alan ‘Luke’ heykelinin yaratıcısı Anthony Cragg, farklı dönemlerinden birçok eserinin görülebileceği ‘İnsan Doğası’ sergisiyle İstanbul Modern’in yeni evinde. Dünyanın önde gelen heykel sanatçılarından kabul edilen Cragg 1949 Liverpool doğumlu. Wimbledon School of Art’ta ve Londra’daki Royal College of Art’ta eğitim gören Cragg, öğrencilik yıllarını minimalist eğilimlere karşı gelerek sürdürdüğü arayışlarla geçir-miş. Ürettiği eserlerin tabiatta örnekleri ya da benzerleri bulunmuyor. Ancak bu heykeller sa-natçının varoluşuna dair çeşitli bilgi ve duygular aktarabiliyor. Eserleri sayısız şehirde sergile-nen sanatçı 1988 yılında Turner ödülünü kazanmış ve 43. Venedik Bienali’nde de Britanya’yı temsil etmiş.
Cragg’in İstanbul Modern’in -1. ve 1. katlarına dağılmış ve her biri ortalama bir insan boyun-daki heykelleriyle karşılaştığınızda kendinizi tuhaf bir evrende hissedebilirsiniz. Zira heykel-leri birbiriyle ilişkilendirecek bir izlek bulamıyorsunuz ve herhangi bir yerlerinde sergilerde aşina olduğumuz açıklayıcı bilgilere rastlamıyorsunuz. Nasıl dolaşacağınıza ya da heykelleri nasıl yorumlamanız gerektiğine dair bir direktifin yer almaması sizi önce pusulasız bıraksa da bir süre sonra serbestleştiriyor. Her bir heykel ile aracı olmadan etkileşime geçmeye ve dikkat çekici yönlerine odaklanmaya başlıyorsunuz. Nasıl üretildiklerini merak ettiren ve her biri es-tetik açıdan birbirinden oldukça farklı bu heykellerin harekete, duyguya, biçime ve zamana dair düşündürecekleri ve hissettirecekleri var.
Cragg malzemelerin bizde yerleşmiş çağrışımlarını değiştirebilen bir sanatçı. ‘Kaynak’ isimli heykelinde ahşabın akışkan bir karaktere bürünebileceğini gösteriyor. Bu heykel aşağıdan yu-karı doğru yüzeyleri büyüyen ve birbirinin üzerinde yayılarak yükselen katmanlardan oluşu-yor. Yanlardan yer çekimine kapılan bu katmanlarda aşağı doğru bir hareket var ve ahşap sanki damlayacakmış gibi görünüyor. Cragg malzemesine sıvılara has bir özellik eklemesinin yanı sıra onun yüzeyini olabildiğince kavislendirip kayganlaştırmış. Bu gördüğünüz bir yı-ğıntı da olabilir, büyümenin temsili de. Şekliyle soyut olması izleyicide hikayeler çağrıştırmasını engellemiyor.
‘Çalılık’ ise çelikten yapılmış ve o da malzemesinin ağır ve güçlü yönlerinden uzaklaşan bir görünümde. İlhamını, isminden tahmin edileceği üzere doğadan alan bu heykel öncelikle kao-tik bir intiba yaratıyor. Yassı ve köşesiz yüzeylerin çıkışı olmayan bir labirent gibi iç içe geçmesi söz konusu. Ancak herhangi bir yerinden dokunmaya başlasanız sizi yola çıktığınız noktaya geri döndürecek bir ilerleyişi de var gibi. Bu heykeli çözmekten ya da deşifre etmek-ten vazgeçtiğinizde size karmaşık bir melodinin üç boyutlu bir hali gibi görünebilir. Ya da zihnin dolambaçlarının dış dünyaya sunuluşu…
‘Salgılar’ yüzeyi tamamen zarlarla kaplanmış bir heykel. Zarlar imal edildikleri plastiği unut-tururcasına lüksü çağrıştıran parlak bir görünümde. Bronzdan yapılmış ‘Biz’ heykeli ise bir-biri içinde yiten ve her birinin görünürlük oranı değişen yüzlerden oluşuyor. Orta kısmında bir insan suretinin tamamını görüyor gibisiniz. Merkezden uzaklaştıkça ise bazen tek bir burun ya da alından ibaret kalacak şekilde birbirlerinin içinde eriyorlar. Cragg sanki portre heykelle-riyle dalgasını geçiyor.
‘Aşınmış Manzara’ ise gündelik hayata referansın net olduğu bir heykel ve kuvvetli bir hissi-yat yaratıyor. Çok katlı ve her tarafı açık raflar üzerine dizilmiş şişe, vazo ve kadehlerden olu-şuyor. Bu eşya dizilimi ona enstalasyon havası vermiş. Hem bir mutfak köşesinin çok kez kopyalanarak çoğaltılmış bir hali gibi, hem de artık kullanılmayan bir laboratuvara benziyor.
Bu camdan kalabalığın rengi beyaz ile açık yeşil arasında seyrediyor. Hepsi intizamla ve ara-larında hiç boşluk kalmayacak şekilde dizilmiş. Ne zamandan beri öyle durduklarını bilme-mekten kaynaklı bir çağsızlık ve renk skalasının yarattığı serin iklim, bu anonim manzaranın çağrışımları.
Bu heykeller ve daha birçokları Cragg’in farklı sanatsal dönemlerini yansıtır bir şekilde ziya-retçilerin keşfine sunulmuş. Renkleri, biçimleri ve üzerinden türetilebilecek anlamları birbi-rinden çok farklı. Bazen gerçek ve somut dünyayla bir katedrali temsil edecek kadar sıkı bir bağ içindeler. Bazense herhangi bir akımla, türle ya da dönemle ilişkisini kuramayacağınız kadar şaşırtıcı görünüyorlar. Her birinin karşısında türeteceğiniz yorum buna ne kadar zaman ayırdığınızla doğru orantılı olarak artabilir. Sanatçının bu heykelleri neye öykünerek yaptığı, nasıl ürettiği ve hangi aşamalardan geçirdiği gibi sorulara arayacağınız cevaplar sizi asla tam anlamıyla çözemeyeceğiniz bir muammaya biraz olsun yaklaştırabilir.
11 Kasım’a kadar, İstanbul Modern, www.istanbulmodern.org