Ozan Tekin yıllardır bir yandan tiyatro oyunları ve filmler için müzik ve ses tasarımları yapmaya devam ediyor, bir yandan da farklı kulvarlarda kendi işlerini üretiyor. Ne popüler olmak gibi bir kaygısı var ne de avangart kalmak. Bir önceki projesi Seyrek Rifat’ta eline akustik gitarını alıp basit ve vurucu şarkılar yazmıştı. Bu kez gücünü doğaçlamadan alan, kalın bir sis tabakasını andıran bir ambient albümle karşımızda. ‘Pillars of Salt’, Burak Çevik’in ‘Tuzdan Kaide’ filmi için yazılmış üç parçadan yola çıkılarak oluşturulmuş bir albüm. Ne kadar deneysel olsa da melodiye kapısını kapatmayan, kendi içinde tutarlı ve akıcı bir hikayesi olan bir albüm. Yeni albüm hakkında sohbet etmek için mikrofonu Ozan’a uzattık.
Senden yeni Seyrek Rifat’ın ikinci perdesini beklerken çok daha deneysel bir işle karşımıza çıktın. Bir ambient-drone albümü yapmaya nasıl karar verdin? Özellikle de bu müziği hem üretmenin hem de izleyiciyle paylaşmanın güçlüğünü düşününce, oldukça cesur bir hamle.
Seyrek hâlâ var, hatta belki de iki albümlük materyal var elimde. Ama elimde Seyrek’ten daha eski son beş yıla yayılan ambient işlerim vardı. 2016 yılında hayata geçirdiğim ‘Mornings For Sale / Satılık Sabahlar’ projesi de bunun bir örneğiydi. 2017 yılında müziklerini yaptığım ‘Tuzdan Kaide’nin yönetmeni Burak Çevik’in beni kışkırtmasıyla, hem uzun zamandır bir kenarda bekleyen hem de filme yaptığım müzikleri tek bir albümde toplayıp sunmak istedim.
Parçaların en az yarısı emprovize ve tek seferde çalınmış işler. Emprovizasyonun gücüne fazlasıyla inanıyorum. Soundscape temeline oturan ambient işlerden ziyade, oldukça ‘kirli’ ama görece daha melodik temele oturmuş halde olan bir müzik yapmaya çalıştım. Müzik yapmak baştan cesaret isteyen bir iş, ben sadece müzik yapıyorum.
Albümde bir kıyamet hissi var, her şey yanıp kül olmuş da enkaz manzarasını izliyormuşuz gibi. Bu fikir özellikle ‘Elucidatory Croon’ gibi parçalarda daha yoğun. Bir dehşet hissi de yaratmıyor üstelik, bir duygusuzluk hali gibi. Nasıl bir hikaye üstüne kurmak istedin parçaları?
Bunu duymak beni epey memnun etti. Olanaklar çağında yaşasak da bir yandan kıyameti de tadıyoruz gibi hissediyorum. Kendini tekrar etse de bunu fark edemeden yaşadığımız bir zaman. Parçalarda da biraz bunu yansıttım sanırım. Her ne kadar akıp giden bir zaman içerisinde olursak olalım aslında zamana sabitlenmiş olma hissiyatı da hakim. ‘Tuzdan Kaide’de fark edilen bir durum bu. Aslında tüm parçalar benim son beş yılda farklı zamanlarda zamana sabitlenişimi anlatıyor belki de.
İlk birkaç seferde albümün atmosferine dahil olmak zor. Çok oturaklı, adım adım inşa edilen bir ses örgüsü var. Her biri, sonraki parçayı hazırlıyor sanki. Baştan sona ikinci tekrardan sonra kendini açıyor. Böyle olunca da popun sözlük tanımının tam tersi bir şey ortaya çıkmış. Açıkçası insanlar bu albümü nerede, nasıl dinler diye düşündüm. Metroda, yürüyüşte dinlenecek bir albüm değil. Aklında nasıl bir dinleme deneyimi vardı?
Albüm kesinlikle kolay dinlenebilecek, günün herhangi bir zamanında dinleyiciye eşlik edebilecek bir albüm değil. Bunun başından farkındayım. Kolayı da sanırım sevemedim ben. Yaptığım müziğin de hemen, kolayca hazmedilmesini sanırım istemedim. Bence bu Seyrek Rifat’ta da başka bir şekilde vardı. Bir yandan da ben ‘pop’ bir ambient albümü yaptığımı düşünüyorum. İçinde İstanbul’da olup da metrodaki ızdırap da var, gurbetin tokadı da var. Ben sanırım dinlenince içinde olmaktan başka hiçbir şey düşündürmeyecek, akışkan ve devinim içinde bir müzik olmasına rağmen dinleyiciyi olduğu yere sabitlemeye çalışan bir müzik yapmaya çalıştım. Belki sinir halindeyken dinlenebileceği kanısındayım ama bu tabii ki dinleyiciye kalmış.
Albüm adını müziklerini ve ses tasarımını yaptığın ‘Tuzdan Kaide’ filminden alsa da aslında yalnızca üç parça filmden. Filmle albüm arasında nasıl bir bağ kurdun? Aynı ismi seçmenin ardında bir neden var mı?
Aslında albümün ismi filmle aynı değil, küçük bir kelime oyunu var. Filmin ismi ‘Tuzdan Kaide / The Pillar Of Salt’ ama albümün adı ‘Pillars Of Salt’. Yani birden çok kaide var albümde. İlk soruda bahsettiğim gibi, film müzikleri bu albümü yapmama ön ayak oldu. Bu yüzden ne filmle aynı, ne de tam bağımsız bir isim koymak istedim. Ortasını seçtim.
Tiyatro oyunları ve filmler için müzik yapmaya devam edecek misin yoksa artık kendi parçalarına odaklanmayı mı düşünüyorsun?
Müziğin değdiği her minvalde müzik yaptım ve halen yapmaya devam ediyorum. En son geçtiğimiz Ocak’ta DasDas’ta sergilenmeye başlayan, Firuze Engin’in yazdığı ve yönettiği ‘Güle Güle Diva’ nın müziklerini yaptım. Şu anda kendi adımla yayınlayacağım ikinci albümün çalışmalarına başladım.
Seyrek Rifat saf bir şarkı yazarlığı denemesiydi, ‘Pillars of Salt’ ise ters istikamette bir deney. Bu iki kutbu bir araya getirecek bir şeyler yapmayı planlıyor musun?
Seyrek başından itibaren her yöne kayabilecek, köşesi pek olmayan bir proje. Şu anda hem epey deneysel hem de gayet geleneksel ve daha basit yönlerde devam ediyor. ‘Pillars of Salt’ ise tam tersi, köşeli ve daha net bir atmosferde. İki taraftan üretim yapamaya devam etsem de bu iki kutbu bir araya getirmeyi düşünmüyorum.
Son konuştuğumuzda “Bağımsız sanat üreterek bu ülkede ayakta durmaya çalışmak gün geçtikçe zorlaşıyor,” demiştin. Bir süredir Almanya’dasın, tebdili mekanda ferahlık var mıymış? Almanya’daki hayatın nasıl gidiyor?
İki senedir Almanya’dayım. Burada çok daha verimli olduğumu söyleyebilirim. Ama göçmenlik tarafı daha önce hiç yaşamadığım büyük bir zorluk da getirdi elbette. ‘Gurbet’ başlı başına zor zanaat (Nil Yalter’e selam olsun). Bağımsız sanat üreterek ayakta kalmak sanıyorum artık dünyanın hemen her yerinde zor. Ama iki senedir Almanya’da daha önce Türkiye’de bulamadığım özellikle maddi desteği bulabildiğimi söyleyebilirim. Devletin kültüre yatırdığı para maalesef ki Türkiye ile karşılaştırılabilecek bir noktada değil. Örnek vermek gerekirse, albümümün basılmış plakları Köln Belediyesi tarafından finanse edildi.
Kendi projelerin dışında başka müzisyenlerle de çalışıyorsun. Bu yan projeler neler ve sana nasıl bir katkıları oluyor?
Şu anda Seyrek Rifat ve ambient işimin yanı sıra Libyalı Ahmed Fakroun’la ve Köln menşeli BODDY grubunda çalıyorum. Ahmed 80’lerde çok iyi disko şarkılarına imza atmış bir müzisyen. Kendisi ile Avrupa’da Dekmantel başta olmak üzere birçok önemli festivalde çalma fırsatı buldum. Almanya’da tanıştığım Jakob Lebsanft’ın kurduğu BODDY ise art-disco diye tanımladığımız, diskodan psikedeliğe uzanan geniş bir yelpazede müzik yapıyor. Bu sene albümü kaydettik, seneye çıkıyor. Yıllardır çok farklı müziklerin içinde üretimler yapıyorum, bir müzisyen olarak başıma gelen en iyi şeylerden biri bu sanırım.
Ozan Tekin ve Berke Can Özcan, 1 Aralık’ta saat 17.00’de Kırım Kilisesi’nde. Bilet fiyatları için: bugece.co