Murat Meriç’in, müzik tarihimizin son 100 senesini şarkılar üzerinden ilerleyen tematik bir kitapla özetlediği haberini aldığımda beklentim yüksekti elbette. Fakat iki ciltlik ‘Hayat Dudaklarda Mey’ elime geçip kitabı evirip çevirmeye başladığımda beklediğimden çok daha kapsamlı bir işin, çok daha büyük bir iş birliğinin söz konusu olduğunu fark ettim. Çizimlerinden tasarımına, kronolojisinden parça listelerine çok büyük bir emek var karşımızda. Olur da bir gün 20. yüzyıl popüler müzik tarihimizi özetlemeniz gerekirse hiç kaygılanmayın, Murat Meriç bu işi bizler için çoktan halletmiş bile.
Röportaj için sözleştiğimiz gün fotoğraf çekimi için sevdiği bir plakçıyı seçmiş, bizi beklerken iki arada birkaç plak almış bile. Neler bulup çıkardığını sorduğumda heyecanla Arif Sami Toker’in musiki dersleri anlattığı nadir bir 45’liği çıkarıp gösteriyor ve hemen plakla ilgili bir hikaye anlatıyor. Farkına varmadan röportaja hızlı bir giriş yapmış halde buluyoruz kendimizi.
Kitabı baştan sona okuyamadım, ama iki akşam ufak bir çilingir sofrası eşliğinde içindeki şarkıları tecrübe etme şansım oldu. Eksiklerim olursa kusura bakmayın.
En güzelini yapmışsınız valla, olması gereken de böyle bir tecrübe zaten.
Kare kodlar epey işe yarıyor, yarı yolda bırakan olmadı. Hiç pratik olmayacağını düşünüyordum fakat şaşırtıcı derecede yardımcı oldular.
Tek tek kontrol ettik onları, anında bağlanıyor değil mi? Spotify’da birkaç liste de var. Her şeyi kapsamıyor elbette, orada olmayan parçalar da var çünkü. O zaman başka kaynaklara da yönlendiriyoruz. Hiç kaynak bulamadığımız kimi parçaları ise ne kadar eklemeyi istesek de liste dışı bıraktık.
Kitabın ortaya çıkış hikayesini özetler misiniz? Çok kapsamlı ansiklopedik bir iş; insan tarihçesini, ne kadar zaman aldığını merak ediyor.
Beş yıl önce bambaşka bir fikirle başladı aslında bu kitap. Çilingir sofrasında dinlenen şarkılar üzerinden ilerleyip içkili mekanlarda müziğin nasıl geliştiğini irdeleyen bir çalışmaydı başlangıçta. İnce sazdan fasıla nasıl bir yol var, eğlence mekanlarında canlı müzik nasıl bir dönüşüm geçirdi sorularının yanıtlarını arıyordum. 80-100 sayfalık ufak bir kitap olarak düşünüyordum bunu. Fakat bu kitap fazla akademik oldu, öğretici bir dille konuşan bir tarih kitabına dönüştü. Bundan çok şikayetçi değilim elbette ama araya renkli hikayeler de katmak istiyordum. İşte şarkılarla mekanların ilişkileri, müdavimlerle mekanların ilişkisi, şarkıların ardında yatan hikayeler… Derken şarkı listeleri de hazırlayalım fikri ortaya çıktı, ardından da bir gün yolda yürürken ‘Hayat Dudaklarda Mey’ ismi ortaya çıktı ve proje bugünkü halini aldı. Önce listeleri oluşturduk, sonra da listeleri oluşturan şarkıların hikayelerinin peşine düştüm.
Kitap bir müzik tarihi çalışması değil aslında, oldukça kişisel bir seçki ve kişisel bir ansiklopedi. Kitabın indeksine bakınca ilk aklıma gelen bu temadaki bir çalışma için son derece kentli bir liste olduğuydu. Kent kültürüyle çok içli dışlı, kentin getirdiği imkanlardan ve sorunlardan beslenen bir liste var önümüzde.
Aslında kitabın yazılma amacı tam da buydu. O kent kültürünün getirdiği eğlence hallerini yazıya aktarmak istiyordum. Kişisellik konusunda da haklısın, tamamen benim öznel tercihlerimden yola çıkılarak yazılmış bir kitap. A’dan Z’ye değil ama türden türe, dönemden döneme dizilmiş bir kişisel ansiklopedi aslında bu. Asıl amacım da kentteki eğlence kültürünü aktarmaktı. 48 yaşındayım, 8 yaşımdan bugüne hep müzikli ortamlarla iç içe oldum. Çocukken evde babam ve arkadaşlarının sofralarında Teoman Alpay gibi ustaları dinliyordum. Sonrasında bir sürü müzisyen arkadaşımla sofralar kurduk ya da sofralarda arkadaş olduk. Dolayısıyla son 40 yıl bir anlamda benim kişisel tarihim. Öncesindeki 60 yıl ise kitaplar, plaklar ve gazete arşivlerinden süzerek oluşturduğum bir kesit. Kitap çok kentli çünkü benim hayat tecrübem de çok kentli bir tecrübe. Fakat yine de düğünlerden oturak alemlerine, müzik ve muhabbetin yan yana geldiği her yere bakmaya çalıştım.
Müzik, sofra kültürü ve muhabbet bir kez temas edince ayrıştırılması da çok zor oluyor herhalde. Sık sık gittiğim eski bir esnaf lokantası geçtiğimiz Ramazan bir fasıl ekibi kiraladı iftarlarda da çalsınlar diye. Ekip çalmaya başladı, ilk şarkı ‘Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın’. Bağlam değişse de o bağ bir şekilde kendini koruyor.
Oradaki bazı şeyleri görmezden gelmeye meyilliyiz. Osmanlı ile bağımızı da koparttık Cumhuriyet sonrasında. Aslında her şey oradan geliyor bir anlamda. Alaturka da, türkü kültürü de hep Osmanlı’dan geliyor. Biz siyasi kararlar neticesinde Osmanlı’dan gelecek her şeyi reddetmişiz, buna muhabbet alemleri de dahil. Bir taraftan yerine koyduğumuz batı müziğinin temelleri de Osmanlı’da. Kitapta ‘Yine Bir Gülnihal’in nasıl ilk valsimiz olduğunun hikayesi de var. Saray batı müziğinin beşiği sayılabilir.
Zaten kaybolmuş müzik türleri ve akımları da illa bir şekilde iz bırakıyor, kendi haleflerini ortaya çıkarıyor, değil mi?
Elbette, özellikle mekanlar üzerinde büyük bir etki bırakıyorlar. Hatta kimi türler doğrudan mekanlarla ilişkileri üzerinden ortaya çıkıyor. Örneğin gecekondu mahalleleri ve burada yaşayan insanları taşıyan dolmuşlar olmasaydı arabesk diye bir kültür olmazdı muhtemelen.
17. yüzyıldan itibaren örneklerine rastladığımız bir şey bu aslında. Çalgıcı kahvelerinden tekkelere oradan yeme-içme kültürüne uzanan bir şey. Hayata eğlenerek tutunma, bir tür direnç sergileme hali var.
Evet, çok küçük eylemler bile bir tür direnme simgesine dönüşebiliyor. Muhabbet, yemek ve müzik bile çok özel, istisnai bir durummuş gibi sunuluyor bazen. Fakat aslında hayatın çok içinde, kökleri de bizim geleneğimizde olan şeyler. Sebepsiz bir kısıtlama ve sansür ne kadar artarsa, gündelik olan şeyler de o kadar istisnai hale dönüşüyor.
Bir yandan da popüler müzik kendi geçmişine çok düşkün. Sıkışınca sığınılacak yer her zaman geçmiş oluyor. Hep bir nostalji refleksi devrede.
Bu nostalji meyli aslında yıllardır var. Biz bu dönemi yaşadığımız için biraz daha günümüze özgü diye düşünüyoruz ama bu nostalji dediğimiz şey en azından 1970’lerden beri var. 70’lerin ikinci yarısında 60’ların meşhur şarkılarını tekrar yorumlayıp popüler olmaya çalışan insanlar var. Ya da 12 Eylül’ün ezip geçtiği 80’lerin ilk yarısında var olan tek grup Beş Yıl Önce On Yıl Sonra idi MFÖ gelinceye kadar. Onlar da eski şarkıları potpuri halinde söyleyip dururlardı. Stars on 45’ın yerli şubesi gibi bir şeydi. Bu nostalji işi Muazzez Ersoy’dan ibaret değil yani.
Fakat alaturka bağlamının dışında da bir geçmişe dönüş hali var. Anadolu pop gibi akımlar da temcit pilavı gibi dönüp dönüp ziyaret ediliyor.
Evet, Haluk Levent, Kıraç gibi isimler ilk olarak alıcı gözle dönüp bakmışlardı 70’lere. Şimdi de Altın Gün var olan bir şeyi olduğu gibi tekrarlıyor ve bunu çok başarılı bir şekilde yapıyor. 70’lerdeki yenilikçiliğin peşine düşeceksek bunu başarıyla günümüzde de yapan insanlar var aslında. Nekropsi, Ayyuka, Replikas, BaBa ZuLa böyle isimler örneğin.
Mekanlar ve müzik arasındaki ilişkiden bahsetmiştik. Bugün artık yalnızca fiziksel mekanlarla ilişkimiz üzerinden değil, dinleme pratiklerimiz açısından da müzik çok kişisel bir şeye dönüştü. Tüm müzik tecrübemiz kulaklıklarımızın gerçekleşiyor. Toplu şekilde çok az müzik dinliyoruz, fiziksel olarak müzik ürünleriyle ilişkimiz daha az. Bir sahiplik hissi yok.
İnternet ağırlığını koyuncaya kadar bir şarkıyı dinlemek istiyorsanız o şarkının bir şekilde sizde olması gerekirdi. Plak, CD, kaset fark etmez. Sunduğu tüm kolaylıklarla birlikte bir tür aşınma da getiriyor internet.
Bu aşınma karşısında nasıl dururuz? Örneğin ‘Hayat Dudaklarda Mey’i bu konuda bir eylem veya girişim olarak ele alabilir miyiz?
Mutlaka öyle, ama daha başka bir sürü eylem yapmak istiyorum. Farklı zamanlarda kitabın gecelerini yapacağız şimdi. Plaklar çalacak, hikayeler anlatacağız. Bu dönemleri yaşamış insanlar gelsinler ve hikayelerini anlatsınlar istiyorum. Günümüz müzisyenleri kitaptan parçaları konser havasına girmeden diyaloglar kurarak seslendirsinler istiyorum. Lansmanda bunun güzel bir örneğini deneyimledik.
En son günümüz popuna göz kırparak kapanıyor kitap. Güncel pop hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben bu konularda biraz geriden bakmak gerektiğini düşünüyorum artık. Örneğin bu soruyu bana 90’larda sorduğunda berbat bir müzik yapılıyor derdim herhalde. Fakat bugün geriye dönüp baktığımızda çok da güzel şarkılar çıkmış diyebiliyoruz. Mustafa Sandal gayet iyi bir şarkı yazarıymış örneğin, Kenan Doğulu örneğin çok sağlam müzisyenmiş. Bugün artık bambaşka parametrelerle bakıyoruz popüler müzik sahnesine. Ne plak şirketleri çok önemli ne de müzik kanalları ve radyolar. İnsanların nabzını kontrol etmek çok daha zor artık. Tüm Türkiye’ye baktığımızda bariz bir çok seslilik var. Vitrin büyüdükçe, genişledikçe tahminde bulunmak, anlamak zorlaşıyor. Yakın gelecekte bugünkü müziğin gerçek değeri ortaya çıkacaktır.
‘Hayat Dudaklarda Mey’, Overteam Yayınları, 288, 75 TL