Nu Park
Nu Park
Nu Park

Nu Park ile yeni EP’leri ‘Siyah At’ üzerine

İstanbul’un bağımsız müzik sahnesini takip edenlerin ismine aşina olduğu Nu Park ikilisi, yaklaşık 20 yıldır üretimlerini sürdürüyor. Grupla geçtiğimiz aylarda Kanto Records etiketiyle yayınladıkları ‘Siyah At’ EP’si ve daha fazlası üzerine konuştuk.

Reklâm

Nu Park nasıl hayat buldu? Birlikte müzik yapmak için sizi motive eden neydi?

Uran Apak: Nu Park çocukluktan bu yana devam eden arkadaşlığımızın bir meyvesi olarak doğdu. Müzikten zevk almayı, müzikle yeni ufuklara açılmayı ve müzik yapmayı birlikte keşfettik. Önce ayrı ayrı müzik yapıyorduk, 2000’li yılların başında İstanbul’da aktif olan Domestic Lo-fi topluluğu içinde ilk şarkılarımızı yayınladık. Sonra kaçınılmaz olarak güçlerimizi birleştirip Nu Park’ı kurduk. 2008 yılında Roxy Özel Ödülü ve Miller Music Factory yarışmasında en iyi elektronik eser ödülü almamızla birlikte daha çok motive olduk ve bu işi daha ciddiye almaya başladık.

Nu Park isminin hikayesini paylaşabilir misiniz? Bu ismin özel bir anlamı var mı?

Oğuz Öner: İkimiz de Kadıköy’ün bol ağaç dolu tatlı mahallesi Koşuyolu’nda büyüdük. Evlerimiz yakındı ve aralarında Koşuyolu Parkı vardı. Burada sürekli buluşup birbirimize müzik çalışmalarımızı dinletirdik discman’den. Aşırı heyecanlanırdık; “Acaba beğenecek mi, gerçekten güzel olmuş mu, yayılmaya layık bir eser mi?” diye düşünürdük. Zaten öyle bir arkadaşlıktı ki, uzun yıllar boyunca sadece ikimiz vardık. O saf, meraklı, çocuksu, “çıplak” (nude) hisle Koşuyolu Parkı’nın “keyifli, oyuncul, şehirli” hal ve duygusunu ismimize katmak istedik ve Nu Park doğdu.

Müzikal geçmişlerinizden bahseder misiniz? Bireysel geçmişleriniz Nu Park’ın sound’unu nasıl etkiliyor?

Uran: İkimiz de yolculuğa düşük imkanlarla elektronik müzik yaparak başladık. Benim ayrıca rock gruplarından geçen bir hikayem var. Doğaçlama da her zaman tutkum olan bir şey. Diğer mesleğim vokal koçluğu ve 2015’ten bu yana doğaçlama vokal atölyeleri düzenliyorum. Ayrıca İngiltere’de UK Vocal Improv Festival’in kurucularındanım. Sesimi keşfetmeye yönelik, ucu olmayan bir yolculuktayım. Tüm bunlar Nu Park’ın sound’unu ve performanslarını etkileyen ögeler. Örneğin en başından bu yana Nu Park her performansında doğaçlama ve kompozisyon pratiklerini bir araya getiriyor.

Oğuz: Benim tarafta ise mekansal ses algı araştırmalarım ve soundscape tasarımlarım hep önemli bir yerde durdu. Şehirlerin ve doğanın sesleri, anlık kayıtlar ya da bu seslerin dijital olarak işlenmesiyle oluşturulan dokular, Nu Park’ın müzikal dünyasına etkili şekilde sızıyor. Bir yandan mimariden ve şehirdeki akustik detaylardan ilham alırken, diğer yandan organik ve sentetik sesleri bir arada işleyerek, Nu Park’ın atmosferik ve katmanlı sound’unu yaratıyoruz. Bu yaklaşım, şarkıları bir çeşit “işitsel mekan” gibi tasarlamama yardımcı oluyor.

Müziğiniz elektronikadan caza kadar birçok türü bir araya getiriyor. Bu unsurları harmanlarken bütünlüğü nasıl koruyorsunuz?

Oğuz: Bu ara ara hep bir konu oldu aslında, çünkü tek bir türe sadık kalma gibi bir derdimiz hiç olmadı. Her sese, her türe açığız. İlk başta 90’larda bolca ve güzelce maruz kaldığımız trip-hop ve elektronikadan etkilenerek müzikler ürettik. İçine indie rock da girdi, caz da.

Sonra daha folk ve deneysel unsurlar katıldı. Bir dönem Yeşilçam’dan çok etkilendik. Hatta bu stilde çok az yerde yayınladığımız ‘Heybetli Umutlar’ adlı bir parça ve klibimiz var. Çok bilinmez ama YouTube’da bulabilirsiniz.

Son dönemde ise singer-songwriter tarzından ziyade ritmik yapıları ve detay sesleri, ses kayıtlarını, efektleri (ses manzaralarını da) değerlendirerek hareketli örüntüler oluşturduğumuz ve bunları doğaçlamayla bütünleştirdiğimiz organic house’a yakın kompozisyonlar çıkarmaya başladık. Bunların hepsinin ortak noktası, müziği işleyiş tarzımız, yaratmaya çalıştığımız ambiyans ve dolayısıyla ruhu. Nihayetinde içten, nostaljik, atmosferik bir alanda buluşuyor sanırım hepsi.

Yaratıcı sürecinizi anlatabilir misiniz? Genelde bir konsepte, bir melodiye ya da deneysel bir sese mi odaklanıyorsunuz?

Uran: Parçalar genellikle Oğuz’un ya da benim müsvedde bir fikriyle başlıyor. Eğer fikir ikimizin de hoşuna gidiyorsa işlemeye başlıyoruz. Melodik ve ritmik, bazen de bas sesleri içeren, bir nevi şarkı tohumları bunlar. Birlikte bu tohumlardan bir dünya inşa ediyoruz. Başlangıçta önerilen tüm ek fikirleri kaydediyoruz, hepsine şans veriyoruz. Sonra eleme, seçme, düzenleme süreci başlıyor. Vokalleri yazmak ve kaydetmek benim için daha mahrem bir süreç, genellikle Oğuz’u stüdyodan kovuyorum bu noktada. Sonra vokaller Oğuz’un beğenisine sunuluyor ve onaylananlar çoğunlukla şarkının son halinde yer alıyor. Bununla birlikte son zamanlarda Oğuz da vokal kaydetmeye ve bu sürece daha çok dahil olmaya başladı. Böylece yeni EP’miz ‘Siyah At’ta birlikte söylediğimiz bölümler oluştu.

Nu Park
Nu Park

Sizi en çok etkileyen sanatçılar, mekanlar veya deneyimler neler?

Oğuz: Uzun süredir mimarlık, kentsel yapılar, doğa-ses ilişkisi üzerine çalıştığım için belli stiller, mimari yaklaşımlar, ışık, gölge, doku detayları bana müzikle ilgili kompozisyonlarda çok ilham veriyor. Melodiler, ritimler, efektler üretirken zihnimde geçici mekanlar yaratmayı seviyorum. Bu anlamda müziğimizle birebir ilgili olmasa da John Cage, Brian Eno, Einstürzende Neubauten, Kraftwerk, Björk geçmişten beri çok etkilemiştir beni. Deneysel sınırları zorlayan sahne performansları da aynı şekilde. Bahsettiğim 90’ların Portishead, Tricky, Radiohead, Orbital, The Prodigy sound’ları… Bir yandan Timur Selçuk, İlhan İrem, Fahir Atakoğlu, Sezen Aksu, Barış Manço gibi güzel insanlar… Daha güncel seslerden Bonobo, Oceanvs Orientalis, Susumu Yokota ve aynı festivalde çaldığımız Caribou’yu da ilham çiçeklerim olarak gösterebilirim.

Nu Park olarak ise ilham aldığımız şeyler oldukça geniş bir yelpazeye yayılıyor. Uran’ın Bobby McFerrin’den aldığı doğaçlama dersleri, Laurie Anderson ve sahne dili, Roisin Murphy’nin teatral elektronik dünyası, trip-hop sahnesinin atmosferi, film müzikleri, 90’lar Türkiye’sinin nostaljik zenginliği ve farklı ülkelerde ve kültürlerde elektronik underground ortamların deneysel ruhu hepimizi bir şekilde besliyor ve üretimlerimize yansıyor.

Geçtiğimiz Ekim ayında ‘Siyah At’ EP’sini yayınladınız.  Adalarda geçirdiğiniz inzivadan yola çıkarak hazırladığınız bu EP’nin detaylarını sizden dinleyebilir miyiz? Bu EP’nin dinleyicilere ne hissettirmesini umuyorsunuz?

Uran: Bu EP’de hayal dünyalarımızı ada iklimleriyle buluşturduk; ortaya çıkan eser, elektronik ritimler, doğa sesleri ve deniz kokusuyla sarılı bir müzikal deneyim sunuyor. Bu EP’de, dinleyiciyi alışılmış Nu Park sound’undan daha yüksek tempolu ve heyecan verici bir yolculuğa davet ediyoruz. Bu müzikal ada, kimi zaman dinleyiciyi puslu bir yağmur ormanına, kimi zaman ise yıldızlarla örtülü kurak bir arazide bambaşka diyarlara götüren büyülü kapılar açma niyetinde.

Görsel ve kavramsal unsurlar müziğinizi ne kadar etkiliyor? Görsel sanatçılarla iş birliği yapıyor musunuz?

O: Aslında görsel dünya bizi çok besliyor. Bu anlamda disiplinler arası çalışmak da hem güç birliği hem de yaratıcı enerjiyi büyütmek açısından bayağı heyecanlı. Önceki albüm döneminde buradan ve yurt dışından yetenekli, kafası açık VJ’lerle çalıştık. Mapping’i, kostüm tasarımını, makyajı her şeyi düşünüp sahne deneyimini kurgulayarak mekana adapte ettiğimiz güzel bir dönem vardı. Şimdi de bir süredir yeni tavır ve sound ile moda/styling danışmanımız (Atakan Yosun Awchi), fotoğraf-görsel dünya danışmanımız (Birgihan Mutlu) ile çalışıyoruz. Farklı disiplinlerle çalışarak görselliği interaktif yollarla beslemeyi, hatta ileride çoklu duyusal deneyimlerle daha da genişletmeyi düşünebiliriz.

İkili olarak müzik yapma sürecinde rolleri nasıl paylaşıyorsunuz?

U: Prodüksiyon konusunda ikimiz de oldukça aktifiz. Oğuz analog ekipmanlara daha meraklı, kullandığı birçok değişik ekipman var. Benimki daha dijital bir süreç, genellikle bilgisayarda, özellikle Ableton kullanarak parça yazıyorum. Prodüksiyon sürecinde analog ve dijital dünyalar bir araya geliyor. Vokaller ağırlıklı olarak benim, Oğuz ise dünyanın değişik yerlerinden topladığı flüt, kalimba ve ritmik oyuncaklar gibi enstrümanlarla ve sampler/looper/vintage org gibi ekipmanlarla müziği besliyor.   

Stüdyoda yaratım süreci ve canlı performanslar arasındaki dinamik nasıl değişiyor?

O: Stüdyo zevkli ama yorucu; hamaliyesi çok. Doğaçlamada harika bir şey çıkarsak da onu kompozisyona oturtmak ve canlı çalınır hale getirebilmek ciddi bir çalışma gerektiriyor. Stüdyoda baş başa olduğumuz için çok odaklı ve biraz da stresli olabiliyoruz. Kapanma-kamp sürelerinde sosyalliğimiz bayağı sınırlanıyor. Ama işin sonunda çok içimize sinen, yüzümüze bakıp gülümseyen “yavrular” doğruyoruz. Sonra onları görücüye çıkarma işi var, yani sosyal dönem. Konserler ve seyirci dinamiği bizim müziğimizi bayağı etkiliyor ve performatif gücümüzü sonuna kadar kullanıyoruz. Sahnede olmayı, hevesle haykırmayı, zıplamayı seviyoruz. Albümü tek başınıza dinlemek ve konserde deneyimlemek gerçekten çok farklı oluyor.

Sürekli değişen müzik endüstrisinde nasıl ilham alıyor ve yenilikçi kalıyorsunuz?

O: Endüstri değişiyor, müzikler ve paylaşım araçları çeşitleniyor, yapay zekanın ve algoritmanın gücü artıyor, trendler dönüşüyor… Şu an bulunduğumuz noktada hepsi, eskisine göre çok daha hızlı ve baş döndürücü.

İlham kaynaklarımızın başında doğa, doğanın ritmi-mevsimler, ses manzaraları, geçmiş, bağlar, aşk hikayeleri, içsel fırtınalar, diyaloglar, umutlar var. Hiçbiri bizim için eskimeyecek ya da kullanılamaz olmayacak çünkü iç dünyamızı birebir etkileyerek hep ilham alabileceğimiz ve kendi tavrımızla yenilikçi kalabileceğimiz alanlar bunlar. Tabii ki yeni sound’ları keşfetmeye de çok meraklıyız. Bununla birlikte yeni teknolojileri, yeni cihazları da merakla takip ediyoruz ve müziğimizde kullanmaya çalışıyoruz. Ama dediğim gibi işin özü samimi bir noktadan etrafınızla bağ kurmak. 

Müzik dışında yaratıcılığınızı besleyen şeyler neler?

U: Edebiyat, şiir, sinema, resim, doğa, şehirde yalnız başıma gezmek, clubbing ve tabii ki aşk ve ilişkiler.

O: Benim için de sinema, mimarlık, şehir sesleri, şehir hikayeleri ve farklı kültürlere dair yapılan araştırmalar büyük ilham kaynakları. Özellikle ses manzaraları üzerine yaptığım çalışmalar, müzik dışındaki yaratıcılığımı besliyor ve bu çalışmalarımıza da yansıyor. Şehirde rastgele bir yürüyüş ya da anlık bir mekan deneyimi bile yaratıcı süreçte yeni bir kapı aralayabiliyor.

Nu Park’ın sound’unu üç kelimeyle tanımlamak isteseniz, bu kelimeler neler olurdu?

O: Yeni oluşan sound için bu üç ifade uygun olabilir: Atmosferik, duygusal organik, dans.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm