Avustralya denince akla egzotik hayvanlar, uçsuz bucaksız çöller, okyanus kıyısındaki kumsallar geliyor. Avustralyalı Kat Frankie, Avrupa’ya taşınırken bunların hepsini ardından bırakmış. Melankolik müziğini dinlediğinizde, şarkıların gayet Avrupalı bir müzisyenin elinden çıkmış gibi tınladığını düşünebilirsiniz. Tıpkı hemşehrisi Nick Cave’in bir zamanlar yaptığı gibi Berlin’in soğuk ikliminden ve eklektik sanat ortamından beslenen şarkılar yazıyor Frankie. Kimi zaman yanına tam teşekküllü bir rock grubu alıyor, kimi zamansa yalnızca kendi sesini kullanarak konserler veriyor. Fakat konserleri nasıl olursa olsun, Frankie sahnede tabiri caizse devleşiyor.
Müzikle ilişkin nasıl başladı, hangi noktada profesyonel bir müzisyen olmaya karar verdin?
Çocukken kendi başıma garip garip şarkılar uydurur, şarkı söyleyip dururdum. Evde hiçbir enstrüman olmadığından yalnızca kendi sesimi kaydedebiliyordum. Müzisyen olmak gibi bir planım yoktu. Tasarım eğitimi aldım, Berlin’e gelmeden önce de bir mimarlık şirketinde çalışıyordum. Ama kendimi bildim bileli hep şarkılar yazdım. Berlin’e geldikten sonra müzikle uğraşmak için birçok fırsat çıktı karşıma. Sonuç olarak bugünlere geldim.
Çocukken nasıl şarkılar seni etkilerdi, ilk ilham kaynakların nelerdi?
Annemin mükemmel bir müzik arşivi vardı. Simon & Garfunkel, Carly Simon ve Kate Bush gibi isimleri dinlerdim. Biraz daha büyüyünce PJ Harvey ve Rufus Wainwright’ı keşfettim. Bugün artık çok farklı şeylerden ilham alıyorum. İlahiler, kitaplar, müzik yazılımları, gündelik konuşmalar, bunların hepsi ilham verici olabiliyor.
Hiç müzik eğitimi almamış olman sence sanatını nasıl etkiliyor?
Eğitimli müzisyenleri epey kıskanıyorum aslında. Çünkü fikirlerini ifade edebilecekleri özel bir dil biliyorlar. Ancak eğitimsiz olmanın iyi yanları da var. Fikirleri belli kalıplara sokan teknik detaylardan kurtulmuş oluyorsun. Tasarım eğitimi aldığım için bazen öğrendiklerimi şarkı yazarken kullanıyorum. Her şarkının en son halini belirleyen bir yapısı ve tasarımı var. Bu süreç bir sandalye tasarlamaktan çok da farklı değil. Avustralyalısın ama uzun zamandır Berlin’de yaşıyorsun.
Berlin’in sanat ortamı hakkında neler düşünüyorsun?
Berlin bir ada gibi. Dünyada bir benzeri daha yok. Avustralya gibi güzel bir yer değil, fakat yeni fikirlere açık, müzisyenlerin önünü açan bir şehir.
“Eğitimli müzisyenleri epey kıskanıyorum”
İkinci albümünü hazırlarken loop makinesi yardımıyla a cappella deneyler yapmaya başladın. Enstrümanlar olmadan müzik icra etmek hakkında neler düşünüyorsun, performansını nasıl etkiledi?
Yalnızca kendi sesimi kullanarak müzik yapmak büyük bir özgürlük. Loop makinesiyle çalışırken sürekli zamanlama ve yapıya dikkat etmek zorundayım fakat aynı zamanda melodiler konusunda doğaçlama davranabiliyorum. Yani özgünlük için her zaman bir fırsat var. Öte yandan grupla çalarken bas ve davul müziğe güç katıyor. Bir şarkıyı icra etmenin binbir yolu var ve ben hepsinden keyif alıyorum.
Filmler ve talk show’lar için de şarkılar yazdın. Kendi müziğini yapmakla sipariş şarkılar yazmak arasındaki fark nedir?
Açıkçası, kendim için yazdıklarım çok daha bencil şeyler. İşi bitirmem gereken bir tarih yok, uymam gereken kurallar yok. Ne istiyorsam onu yapabilirim. Başkaları için yazmak bir tür meydan okuma gibi. Başkalarının ihtiyaçlarını karşılaman gerekiyor, bu yüzden daha kolektif bir iş. Bazen başka işler için çalışırken kendi müziğim için buluşlar yaptığım da oluyor. Birlikte çalıştığım insanların düşünme biçimleri benim için yeni oluyor.
Chris Klopfe ile KEØMA adında bir grubunuz var. Başka bir müzisyenle çalışmak nasıl bir his?
Yeni fikirlere ve yöntemlere açık iyi bir ortak olmayı öğreniyorsunuz. Son birkaç yılda bayağı bir ortak işe giriştim. Stüdyoda farklı insanlarla bir arada bulunmak her zaman ilginç bir deneyimdi.
Kat Frankie, 25 Şubat Cumartesi günü Salon İKSV'de. 21.30, 30-50 TL.