Pop, caz, metal, rock ya da halk müziği dinliyorsanız, kısacası müzikle az da olsa bir alakanız varsa Ediz Hafızoğlu’nın adına mutlaka rastlamış, illa bir canlı performansına denk gelmişsinizdir. Türkiye’nin parmakla gösterilen davulcularından biri olmasının yanı sıra yayıncı ve prodüktör olarak da karşımıza çıkan Hafızoğlu üç yıl önce ilk albümü ‘Nazdrave’i dinleyicilerle buluşturmuştu. Albüm sonrasında kent yaşamını bırakıp köye taşındı, çok daha mütevazı ve yoğun bir hayata başladı. ‘13’ bu yeni sürecin ürünü bir albüm. Hafızoğlu’nun müzikal anlayışını daha fazla yansıtan, daha bütünlüklü bir iş. Yeni albüm şerefine, Hafızoğlu ile tatlı bir sohbete oturduk.
‘13’, nasıl bir rota izliyor? ‘Nazdrave’ farklı türlere yelken açan, deneysellikle pop duygusunu iyi dengeleyen çok sesli bir albümdü. Müzikal anlamda yeni denemeler, şarkıların hikâyelerinde bir değişiklik var mı ‘13’te?
‘Nazdrave’ çaldığım farklı projeleri hayal ederek onlar için yazdığım müziklerden oluşuyordu. Çaldığımız kadroyla artık bir grup olduk ve adını da Nazdrave olarak devam ettirmeye karar verdik. Bu albümde müzikler tamamen benden ne çıkıyorsa ona döndü. Çok daha kişisel bir albüm bu anlamda. Sound olarak değişti tabii ki. Bir de son dönemde bağlama çalmaya geri döndüm. Albümün kapanışını da, söz ve müziğini yazdığım, Engin Arslan’ın bağlamaları çaldığı, Ece Ünsal’ın da söylediği duo bir parçayla yaptık. Nihayet albümde, çalmadığım bir parça var.
13 sayısının uğursuz bir şöhreti vardır, siz yine de albümün adını ‘13’ koymayı tercih ettiniz. Farklı bir anlamı var mı sizin için 13 sayısının?
13 sayısının hayatımdaki varlığını 10 yıl kadar önce fark etmiştim. Sürekli turnelerdeyiz ve kalabalık kadrolarla seyahat ediyoruz. Otellerde kaldığım oda numaralarının içinde 13 ve 31 çok fazla karşıma çıkıyor. Uğursuz olduğuna dair herhangi bir his yaşamadım. Sonuçta insanlar neye inanmak istiyorlarsa onu var edip öyle yaşıyorlar. Mayalar için gücü ve enerjiyi temsil eden bir sayı. Albümde yer alacak parçaları dosyaladıktan sonra üzerinde çalışmaya başladık. Çok sonra fark ettim ki 13 parça belirlemişim. Uzun süre duygusal açıdan kayıp bir ruh olarak gezdikten sonra, karşıma 13’ünde doğmuş, başka bir kıtadayken benimle aynı gün ve saatte ciddi kaza geçirmiş bir kadın girdi hayatıma. Biz de birbirimize 13’ünde tutulmuşuz. Bu kadar 13’ün ortasında zaten albüme başka bir isim koyamazdım sanırım.
Şarkıları bir arada tutan tema nedir bu albümde? Nasıl bir hissiyatla yazdınız şarkıları, nasıl bir bütünlük yaratmayı amaçladınız?
Diğerinden farklı olarak bu albümde müziklerle beraber sözlerin de hepsini yazdım. Farklı hikâyeler anlatsalar da ruh hali olarak son parça hariç, neredeyse hepsinin birbiriyle bağlantısı var. Neden bu dünyada olduğumuz, ölüm ve sonrası… Birçok his var parçalarda.
"Bir yıl önce köy hayatına geri döndüm."
Önceki albümde olduğu gibi yine işinin ehli ünlü isimlerle çalıştınız ‘13’te. Tabiri caizse yıldızlar geçidi gibi. Birsen Tezer, Elif Çağlar Muslu, Jülide Özçelik, Cenk Erdoğan… Bu kadar insanı bir araya getirmek, buna vakit yaratmak zor olmuyor mu? Kayıtlar ne kadar sürdü, süreç nasıldı?
Bu kadar iyi müzisyeni bir araya getirmek de, prova yaptırmak da, konserde çalmak da hiç kolay değil. Olabildiğince bir arada kalmaya çalışıyoruz. Sağ olsunlar onlar da özverili davranıyor. Zor olsa da durumu fena idare etmiyoruz. Kayıtlara gelince… Herkes önce benimle başladı kayda. O kadar vaktimiz yoktu ki, sonrasında herkes ya kendi stüdyosunda ya da arkadaşlarımızın stüdyolarında ayrı ayrı çalıştı. İlk ve ikinci canlı albümden farklı bir yol izledik yani. Benim parçalar üzerine düşünecek daha fazla vaktim oldu aslında. Hep daha iyisi olsun diye çabalayan insanlardanım; arkadaşlarım da öyle. Bizi geri çekecek insanlardan uzak durup, kendi öz eleştirilerimizi yapıp iyi müzikler ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Birileri dinler, dinlemez, beğenir, beğenmez; bizi çok ilgilendirmiyor.
Hep bir konargöçerlik halindesiniz. Önce Bulgaristan, sonra İstanbul, şimdi de köy hayatı... Şehre kıyasla daha az konfor sunuyor ve daha fazla çaba gerektiriyor köy hayatı. Ama aynı zamanda çok daha az stres, uyaran ve dikkat dağıtıcı etken var köyde. Şehirden köye göçmek bir müzisyen olarak sizi nasıl etkiledi?
Evet, hayatımız göçlerle geçti diyebilirim. Bir yıl önce de köy hayatına geri döndüm. Hem Trakya’da hem de Kaş’ta kız arkadaşımla yeni bir hayat kuruyoruz. Şehirden uzaklaşarak kendi arazimizle uğraşıp, ekip biçip, kitap okuyup, müzik yapıp, çocuklarımızı büyüteceğimiz bir dünya kuruyoruz. Konserler yüzünden şehirde de bulunuyorum mecburen, o yüzden doğada kendi yarattığımız hayatın değerini daha da iyi biliyorum. Kafam daha rahat olduğu için müzik konusunda daha rahat üretiyorum.
Bir davulcu olarak şarkı yazma süreciniz nasıl? Malum davul melodik bir çalgı değil, bu da insanın kafasında davul temelli şarkılar, hele ki böyle kalabalık orkestrasyonlarla, nasıl bestelenir diye bir merak oluşuyor.
Çok enteresandır, parçalarımı hiçbir zaman davulu düşünerek yazmıyorum. O yüzden her şey bittikten sonra, kara kara buna ne davul çalacağım diye düşünüyorum. Bas riff’ini yazıyorum genelde, üzerine melodileri ekliyorum, son olarak da bölüm bölüm kabaca bir aranjman yapıyorum. Zaten çalacak arkadaşlarımı düşününce onlar için özel olarak müzikler yazmak çok daha kolay oluyor.
Sayısız toplulukla birlikte çalmış bir müzisyen olarak İstanbul sahnesinin son iki yılki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yabancı müzisyenlerin şehre daha az uğraması, yeni ve genç yeteneklerin önünü açtı bir anlamda. Uzun vadede bizi neler bekliyor?
Yerli müzisyenler çıkıyor, evet; ama bu insanlar oksijenle besleniyor zanneden bir kitle var. Müzisyenlerin çalabileceği mekânlar ve festivaller o kadar azaldı ki… Herkes elini taşın altına koydu ve var olduklarını gösterebilmek adına neredeyse üzerine para vererek konserler vermeye çalışıyorlar. Hayat bir şekilde ve inatla sürüyor; biz de bu karanlık zamanların içinde ışığımızın azalmasına izin vermeden yolumuza devam ediyoruz.
‘13’, 13 Ekim’de piyasada. Ediz Hafızoğlu 12 Ekim’de albüm lansmanı için Zorlu PSM Studio’da, 21.00, 25-35 TL. www.edizhafizoglu.com