Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) Türkiye ölçeğinde bile oldukça genç bir orkestra. 1993 yılında kurulan orkestranın adını yıllar geçtikçe daha sık duyuyoruz. Sebebiyse oldukça açık: BİFO’nun uzun soluklu sanat yönetmeni ve şefi Sascha Goetzel. Neredeyse 10 yıldır orkestranın takım kaptanlığını yapan Goetzel’in sözleşmesi 2020 yılına kadar uzatıldı üstelik. Kendisiyle BİFO’nun bugünü ve geleceği hakkında sohbet ettik.
BİFO ile dünyanın en saygın konser salonlarında çalıyorsunuz ve sözleşmeniz 2020 yılına kadar uzatıldı. Yakaladığınız bu uyumun sırrı nedir?
Klasik müzik tarihine baktığımızda orkestralar ve şefler arasında gelişen böyle özel ilişkilere rastlarız aslında. Genç ve yetenekli orkestra şefleri zaman içinde yönettikleri ulusal orkestrayla birlikte uluslararası şöhret kazanıp önemli sanat yönetmenlerine dönüşürler. BİFO’nun başına geçtiğim zaman hedefim müzisyenlerimle eşsiz bir uyum yakalayıp bu bahsettiğim basamakları tırmanmaktı. Tıpkı Birmingham Senfoni Orkestrası’nın başındaki Sir Simon Rattle ya da Oslo Filarmoni Orkestrası’nı yöneten Mariss Jansons gibi. Her bir müzisyenimiz, çalışanımız ve kendim adına yarattığımız şeyle gurur duyuyorum. Ayrıca Kocabıyık Ailesi ve Borusan Holding’in destekleri sayesinde bu başarı mümkün oldu. Emek veren herkes, hepimiz egolarımızı bir kenara bırakıp takım ruhuyla çalışıyoruz.
BİFO ile 2020’den sonra da devam edeceğinizi söyleyebilir miyiz?
Şimdilik ajandamızdaki projeler konusunda heyecanlanıyorum. Önümüzdeki üç sezon için uluslararası ve ulusal turnelerimiz, dünya prömiyerlerimiz ve albüm planlarımız var. Tüm bu konularda enerji doluyuz. Birlikte geçireceğimiz üç yıldan sonra hâlâ böyle hissedersek bu göreve devam etmek benim için bir onur olur ancak. Müzisyenlerimizin her birini ne kadar sevdiğimi herkes bilir. Zeynep Hamedi bir sanat yönetmeninin arayıp da bulamadığı bir yönetici. Ekipteki herkesle çalışmaktan gurur duyuyorum.
Bu macera nasıl başladı peki? BİFO ile yollarınız nasıl kesişti?
2006-2008 yılları arasında orkestra yeni bir sanat yönetmeni arayışındaydı. Bu amaçla farklı şefleri davet edip konserler düzenliyordu. İlk konserimizde Bruch’dan bir keman konçertosu ve Dvorak’ın 9 numaralı senfonisini çalmıştık. Orkestra ile aramızdaki enerji ve uyum çok özeldi. Sihir gibi bir kimya ortaya çıkmıştı. Davet edilen şefler arasından ben seçildiğimde son derece mutlu ve minnettar olmuştum ama aynı zamanda omuzlarıma ağır bir yük de binmişti.
Orkestra şefi olmanızın yanı sıra deneyimli bir kemancısınız aslında. Enstrümanınızla sahneye çıkmayı özlüyor musunuz?
Kimi zaman, evet özlüyorum. Son zamanlarda kemanımla yeniden daha fazla zaman geçirmeye başladım. Çok daha kişisel bir deneyim, orkestra yönetmekten çok farklı.
Devasa bir orkestrayı yönetmenin sorumluluğuyla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Evrensel ölçekte dengeye inanıyorum. Başarısızlık olmadan başarı mümkün değil, aynı şekilde hata yapmadan bir şey öğrenmek de öyle. Çocuklar yürümeye başladıklarında birkaç
adımda bir düşerler. Fakat hemen ardından ayağa kalkıp tekrar yürümeye çalışırlar. Her seferinde biraz daha uzun mesafe kat ederler. Yalnızca yaptığınız işte ustalaşmak değil, yeni ve keşfedilmemiş alanlara cesaretle girmek de mühim. Çocuk ruhumuzu ayakta tutup her düştüğümüzde yeniden ayağa kalkıp ilerlemeye devam edersek keşiflerle ve öğrenmeyle geçen dolu dolu yaşadığımız güzel bir hayatımız olur.
Sizin gibi Avusturyalı bir başka sanatçı, Thomas Bernhard şöyle diyor: “Müzik endüstrisi insanoğlunun katilidir… Eğer endüstri şu anki yolunda devam ederse on yıllar içinde hiçbir umudumuz kalmayacak.” Kayıt teknolojisi, mobil cihazlar, streaming gibi yenilikleri düşündüğünüzde sektörün klasik müzik üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bernhard iğneleyici dili ve kara mizahıyla ünlü bir yazar. Müzik endüstrisinin toplumun ihtiyaçları karşısında değişip dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Klasik müziği destekleyip bu konuda yatırım yapan bir endüstri hiçbir gelişme olmamasından iyidir. Müzik sektörünün insanlığı öldürdüğünü söylemek bence yanlış.
Yeni sezonun programı oldukça renkli. Penderecki’den Prokofyev’e geniş bir perspektifiniz var. Yeni programda sizi en heyecanlandıran eserler hangileri?
Hepsi! Tüm programlarımızı seviyorum, hepsi yeni müzikal ufuklara yelken açıyor. Muhteşem izleyicilerimizle birlikte bu ufukları keşfetmek için sabırsızlanıyorum.
Geçtiğimiz aylarda BİFO ile iki gecelik bir Prokofyev maratonunuz oldu. Bu performansa nasıl hazırlandınız?
Provalarımız normalden biraz daha uzun sürdü. Konserden önceki geceler de normalden daha erken yattık ki sahnede enerjimiz bir an olsun düşmesin.
Kişisel bir soru soralım. Favori bestecileriniz kimler, en çok hangi parçaları seviyorsunuz?
Buna net bir yanıt verebilmeyi inanın çok isterdim ama bu mümkün değil. Her yıl yeni besteciler, daha önce duymadığım parçalar keşfediyor ve onlara aşık oluyorum. Umarım bu durum tüm hayatım boyunca sürer. Yeni şeyler keşfedip onların sizi zenginleştirmesine izin vermek dünyanın en güzel şeyi.
Türkiye’deki müzik sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Seyircinin ilgisi ve merakı nasıl?
Türk klasik müzik sahnesiyle ilk tanıştığım günden bu yana inanılmaz bir çeşitlilik ve zenginlikle karşılaştım. Müzisyenler de izleyiciler de icranın kalitesine son derece önem veriyor. Konserler sırasında seyircilerin eserleri yalnızca kulaklarıyla değil kalpleriyle de dinlediklerini hissedebiliyorsunuz. Kısacası Türkiye seyircisini ve buranın klasik müzik sahnesini çok seviyorum.
Duyduğumuz kadarıyla ciddi bir futbol izleyicisisiniz. Türkiye ligini takip ediyor musunuz? Sizce bir futbol takımını yönetmekle bir orkestrayı yönetmek arasında paralellikler var mı?
Bazı açılardan var. Orkestrada bir standardı yakalamak için stratejiler geliştirmek zorundasınız. Tüm sezonda bir ya da iki muhteşem konser vermek münferit olarak güzel olsa da orkestrayı bir yere taşımaz. Belli bir istikrarla oynamak zorundasınız, tıpkı futbolda olduğu gibi. Sonuç olarak bu iki uğraş da benzer parametrelerle kurgulanıyor, ikisinde de takımın harmoni içinde hareket eden bir bütüne dönüşmesi gerekiyor.
İstanbul’da yaşamıyorsunuz ama burada epey vakit geçiriyorsunuz. İstanbul müziğinizi ve kişisel yaşamınızı nasıl etkiliyor?
Dünyanın en canlı ve çarpıcı şehirlerinden biri. Geleneksel ve modern kültürü birbirine bağlıyor. Yüzyıllardır sanatçılar için bir ilham kaynağı burası. Benim için de ilk günden bu yana öyle. Yalnızca mesleğimi icra ettiğim yer değil, birçok muhteşem insanla ve dostla tanıştığım bir yer aynı zamanda. İnanılmaz bir çeşitlilik barındıran bir okyanusta yüzmek gibi İstanbul’da yaşamak. Kalbim İstanbul için atıyor, bir parçası olabildiğim için minnettarım.
BİFO Yeni Yıl Konseri, 11 Ocak, Lütfi Kırdar, 20.00, 30-147 TL, www.borusansanat.com