[title]
‘A Prayer Before Dawn / Şafaktan Önce’den daha eziyetli bir film seti düşünemiyoruz. Bangkok’taki yıkık dökük bir hapishanede çekilen film, uyuşturucu müptelası boksçu Billy Moore’un hayatından esinleniyor. Şiddet dolu bu film için doğal olarak darbelerle mücadele edebilecek bir başrol oyuncusu gerekmiş. Şanslı isim ise ‘Peaky Blinders’daki John Shelby rolüyle tanıdığımız, 29 yaşındaki Londralı oyuncu Joe Cole olmuş. Cole, rolü kabül ettiği için hiç pişman olmadığını söylüyor.
‘A Prayer Before Dawn’ hayli özveri gerektiren bir filme benziyor. Rolü neden kabul ettiniz?
Hep böyle bir rol aramıştım. Erkek karakterleri irdeleyen ‘Bronson’ veya ‘Hunger / Açlık’ gibi hapishane filmlerinin hikayelerini son derece iyi anlattıklarını düşünüyorum. ‘Offender’ adlı, genç suçluların kaldığı bir hapishanede geçen bir filmde oynamıştım. O da bu konuya değiniyordu. Ama gerçek birini, bir bağımlıyı, ilginç bir adamı canlandırmak bambaşka. Bedenimi bir araç gibi kullandım, her şeyimi riske atmama sebep olacak fiziksel ve duygusal bir yönü vardı. Rolü kabul ettiğimde, “Vay canına, çok zor olacak. Hadi bakalım.” demiştim.
Gerçekten acı çekiyormuşsunuz gibi gözüküyor.
Mümkün olduğunca gerçekçi olması için uğraştık, yani birkaç şişliğe ve sıyrığa hazırlıklıydık. Jean [yönetmen Jean-Stéphane Sauvaire] uzun sahneler çekiyor, bu yüzden her yumruk ve tekme, hedefine ulaşıyor. Makyaj sanatçısı vaktinin çoğunu dev kesikleri ve morlukları kapatmaya harcadı.
Taylandlı boksçular ve eski mahkumlarla çalışmak ne kadar korkutucuydu?
Hapishaneden ringe yürüdüğüm bir sahne var, oradaki herkes gerçek mahkumlar. Ama antrenmanlardan sonra kendimi fiziksel olarak çok güçlü hissediyordum. Aslında bu önemli değildi tabii, çünkü solumdaki adam üç kişiyi öldürdüğü için 10 yıldır hapisteydi, diğer yanımdaki ise Tayland’ın en sert adamlarından biriydi. Koridorda yürürken “Sorun yok,” diye düşünüyordum.
Oyuncu olmaya karar verdiğinizde böyle bir karakter canlandıracağınızı hayal etmiş miydiniz?
Oyuncu olacağımı hiç düşünmedim ki. Büyüdüğüm yer olan Kingston’da hiç oyuncu yok. Başka şeylerde başarısız olunca, belaya karışıp tutuklanınca ve ebeveynlerimi zora durumda bırakınca oyunculuğa başladım. Elimde başka bir şeyim yokken bunu yaptığım için, ona her şeyimi adadım.
‘Skins’de rol aldıktan sonra ‘Peaky Blinders’a başladınız. Sizin için her şeyi değiştiren, bu dizi mi oldu?
‘Black Mirror’ ile beraber tanınmamı en çok sağlayan şey kesinlikle. ‘Peaky Blinders’ aslında Cillian’ın [Murphy] dizisi ve büyük bir kadrosu var. Diziye hepimiz katkıda bulunuyoruz. Harika bir deneyimdi ama yoluma devam etmek ve bu film gibi işlere imza atmak istedim. “Tamamdır. Başka bir şeye ihtiyacınız var mı? Yok mu? O zaman gidip başka şeyler yapayım,” dedim.
Hollywood’a geçiş yapmaya hazır mısın?
Yaptım bile. Amerika’da Julia Roberts ve Chiwetel Ejiofor ile ‘Secret in Their Eyes / Gizemli Gerçek’ dahil birkaç filmde oynadım. ‘Green Room / Dehşet Odası’ ve Miles Teller’la beraber, Amerika’da travma sonrası stres bozukluğu yaşayan askerler hakkında bir film olan ‘Thank You for Your Service’de oynadım. Amerika’da çalışmayı çok seviyorum ama temelli olarak oraya taşınmayı düşünmüyorum. Londra’yı seviyorum. Futbol oynamaktan ve Amerika’da yapılması büyük olasılıkla kolay olmayan şeyleri yapabilmekten hoşlanıyorum.
‘A Prayer Before Dawn / Şafaktan Önce’ vizyonda.