Damla Sönmez’in başrolünü üstlendiği ‘Sibel’, hayli bereketli bir festival turnesinden sonra bu ay gösterime giriyor. Sönmez ile yalnızca ıslıkla anlaşabilen Sibel karakterini ve filmin arka planını konuştuk.
“Farklı olandan korkuyoruz.”
Adana Film Festivali’nden Locarno Uluslararası Film Haftası’na kadar, ziyaret ettiği sinema etkinliklerinden bolca methiye ve hatırı sayılır sayıda ödülle dönmüştü ‘Sibel’. Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti ikilisinin yönettiği film, sakinlerinin kuşdiliyle iletişime geçtiği Giresun, Kuşköy’de geçiyor. Gerçekte olduğu gibi filmde de artık köylüler, yayladayken eskisi kadar sıklıkla ıslık çalarak haberleşmiyorlar. Ama Damla Sönmez’in canlandırdığı Sibel karakteri, çocukken geçirdiği bir hastalık yüzünden konuşamıyor ve yalnızca ıslıkla iletişim kurabiliyor. Sibel’i diğer köylülerden ayıran tek fark bu değil. Asi ruhlu genç kız, tüfeğini yanına alarak tek başına köyün belası olan kurdu avlamaya çalışıyor ve bu sırada bir adamla karşılaştıktan sonra, köylüler ile arası iyice açılıyor. Konuşamaması, ne Sibel’in ne de Damla Sönmez’in önünde bir engel. Sibel tüm köye kafa tutarken Sönmez de filmin ritmini belirleyen kusursuz bir performansla ıslık çalıyor, koşuyor ve sessiz çığlıklar atıyor. Şimdi sözü Adana Film Festivali ve Londra Film Haftası’nda en iyi oyuncu ödüllerini kazanan Sönmez’e bırakıyoruz ve sessiz bir karakteri nasıl dile getirdiğini dinliyoruz.
Köyde kuşdiliyle haberleşenler ile tanışma, vakit geçirme fırsatı buldunuz mu?
Çekimlere başlamadan üç ay önce ekiple birlikte Kuşköy’e gidip gelmeye başladık. Yönetmenlerimiz Çağla (Zencirci) ve Guillaume (Giovanetti) çekimler başlamadan önce birkaç yıl boyunca köye gitmişler. Biz oraya gittiğimizde zaten aile gibiydiler ve herkes tüm ekibi aynı sıcaklıkla karşıladı. Her konuda bize çok yardımcı oldular. Yıllar boyunca birçok Türk ve yabancı ekip köyde belgeseller çekmiş, bu nedenle kameraya da alışkındılar.
‘Sibel’den önce ıslık çalma konusunda kendinize güveniyor muydunuz?
Çağla ve Guillaume ile filme başlamadan iki buçuk yıl önce tanıştık. O sırada hiç ıslık çalamıyordum. İlk kez ilkokulda bir tören sırasında ıslık sesi çıkarabilmiştim ve birisi o sırada şiir okuyordu. Tüm başlar bana döndü ve ben bir daha ıslık çalmamıştım. Yönetmenlerime çalışacağımı söyledim. Ve çalıştım. Babam çok iyi ıslık çalar. İlk başlarda onunla çalıştık. Ses çıkarmaya başladığımda yönetmenlerime gecenin ikisinde video mesajlar gönderiyordum. Daha sonra köye gidip gelmeye başladığımda köyde muhteşem bir ıslık hocam oldu: Orhan Civelek.
Filmde kuşdilinin geçtiği tüm diyaloglar gerçek mi?
Evet, filmdeki tüm diyaloglar gerçek ve kuşdiline çevrildi. Sonra da ben o diyalogları çalıştım. Çekim sırasında ıslığın düzeyinde sorun olan yerlerde de sonradan dublajını yaptım.
Yalnızca ıslıkla iletişime geçebilen birini oynamak nasıl bir deneyimdi?
İletişim bariyerlerine sahip biri nasıl iletişim kurabilir, ben bunu beyaz perdeye nasıl aktarabilirim diye düşündüm. Nefesimi kullanmaya çalıştım. Hangi noktalarda nasıl tıkanıyor bu kızın nefesi, çığlık atıp dışına çıkaramadığını nefesle nasıl dışarıya vuruyor… Daha önce üzerine konuştuğumuz bir şey değildi ama Çağla ve Guillaume da post-prodüksiyon sırasında filmin ses tasarımını, sahne geçişlerini nefesim üzerine yaptılar. Müzik kullanmadılar.
Mekan seçimleri ve olay örgüsü açısından da yorucu bir rol üstlenmişsiniz gibi görünüyor. Dere tepe dolaşan, silah kullanan, bol bol koşan bir karakter Sibel. Bu açıdan zorluk çektiniz mi?
Karadeniz’in doğasında film çekmek başlı başına zorlayıcı bir unsur. Çok zor şartlarda çalıştık ama herkes “Ekipçe bunu başaracağız,” diye inanarak yaptığı için işini, sonuç da tatmin ediciydi. Çekimler beş hafta sürdü. Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı. Bu kadar az vakitte böyle iyi bir iş çıkarmamız, biraz da ekiptekilerin motivasyonu ve inancı sayesinde oldu. Bazı çekimler için gece üç, üç buçuk gibi kahvaltı edip yola çıkmamız gerekti. İlk bir-iki hafta boyunca da 1.500-2.000 metreye çıkıp indik her gün. Çok fazla prova yaptık. Çekimler Ağustos’taydı ama biz Haziran’da başladık köye gidip gelmeye. Yerleri gezdik, civarı tanıdık. Kazıkla koşarak ormanda yılan öldürdüğüm sahne, Ali’yle kavga sahneleri ve tüfekle ateş etme… Tüm bunlar için askerlik eğitimi gibi bir süreçten geçtim bir yandan. Defalarca çalışmam ve hazırlanmam gerekti.
Konuşamaması, Sibel karakterini çok değiştiriyor mu sizce? Konuşabilseydi köyünde yine dışlanır veya derdini daha iyi anlatabilir miydi?
Mesele konuşup konuşamamakta ya da Sibel’in nerede eksik olduğunda değil, Sibel’in hangi açılardan farklı olduğunda... Genel olarak farklı olandan korkuyoruz. Korku da şiddeti, dışlamayı, öfkeyi getiriyor. Farklı olana duyulan korku, merakla değiştiğinde dünya çok daha güzel bir yer olacak.
Sibel’in ailesiyle ilişkisi, özellikle de babasıyla yakınlığı çok gerçekçi. Karakterin oluşturulmasında gerçek kişilerden ilham alındı mı?
Çağla ve Guillaume’un Kuşköy ziyaretlerinden birinde kahvede otururken 25 yaşlarında bir kadın geçmiş önlerinden. Etrafındakilerle ıslık çalarak anlaşıyor, bir şeyler söylüyor ama ıslıktan başka bir şekilde de cevap vermiyormuş. Filmin fikri hemen o anda akıllarına gelmiş, bu anlamda gerçek kişilerden ilham alınmış diyebiliriz.
‘Sibel’den sonra sırada ne var?
Ali Tansu Turhan tarafından çekilen, benim de yapımcılığını üstlendiğim bir kısa film serimiz var. İlk filmi tamamladık, ikincisinin prodüksiyon masrafları için bir kitlesel fonlama kampanyası açtık. ‘İkinci Gece’, Dostoyevski’nin bir öyküsündeki duygudan yola çıkılarak yazılmış, anda kalan bir aşk filmi.
Afgan Amerikalı yönetmen Sonia Nassery Cole’un bu sene vizyona girecek olan ‘I Am You’ filminde de rol almışsınız. Karakterinizden ve filmden bahsedebilir misiniz?
‘I Am You’ Afgan mültecilerin kendilerine bir yuva bulma, yeni bir hayat inşa etmeye çalışma hikayeleri. Ben de Aaisha isimli genç ve hamile bir doktoru canlandırıyorum. Kocası öldürülünce yeni doğacak kız çocuğuna insani ve özgür bir hayat kurabilmek için tehlikeli bir yolculuğa çıkıyor.
‘Sibel’ 22 Şubat’ta vizyonda.