Filmli İstanbul turu

17. yüzyılda kaleme alınan bir İstanbul seyahatnamesi, 21. yüzyılda Zeynep Dadak’ın gözünden sinemaya uyarlandı.

Reklâm

Kurguyla belgesel arasında gidip gelen bir film ‘Ah Gözel İstanbul’. Dış ses, Yeremya Çelebi Kömürciyan’ın seyahatnamesini okuyarak bize rehberlik ederken Kömürciyan’ı simgeleyen Sezgi Mengi’nin yanında, bir teknede başlıyor yolculuğumuz. Yedikule surlarındaki bir pencereden karaya göz atıyor ve ardından sokaklarda dolaşmaya başlıyoruz, ama kamera hâlâ denizdeymişiz gibi salınıyor, İstanbul’un bir su şehri olduğunu unutturmuyor. Festival turundan sonra, MUBI arşivine temelli olarak giren film, pandemi nedeniyle sokaklarda rahat rahat dolaşamadığımız şu günlerde herkese iyi gelecek.

Yeremya Çelebi Kömürciyan’ın seyahatnamesi, sizce neden beyaz perdeye uyarlanmalıydı?

Kömürciyan’ın metni sinemanın icadından çok önce yazılmasına rağmen, şehri gözlemleme biçiminin çok sinemasal olduğunu düşündüm. Filmin tüm aşamalarında bana eşlik eden değerli tarihçi dostum Cemal Kafadar’la bunu çok konuştuk. Kömürciyan İstanbul’u sanki elinde bir kamera varmış gibi anlatıyor; duruyor, bakıyor, sanki gözü bedeninden çıkıyor, pan yapıyor, zoom yapıyor. Durumların ve mekanların içinde ‘seyir ederken’, insanları ‘seyrediyor’ ve hikayeleri naklediyor. Beni bu uyarlamaya davet eden his, sinemanın imkanlarıyla onun yolculuğuna bir yerden dahil olma isteğiydi.

Kitap, size İstanbul hakkında bilmediğiniz neler öğretti?

Bu şehrin birbiriyle çelişkiliymiş gibi görünen bir geçicilik hissiyle, zamanlar ötesi bir devamlılık hissini aynı anda barındırdığını... Gittiğim her mekanda tarihin izini sürmeye çalıştım ve hiç bilmediğim pek çok şey öğrendim. Bu çok uluslu, çok kültürlü şehrin katmanlarını Kömürciyan’ın rotasını takip ederek aktarmaya çalıştım. 

Çekim ve kitabı uyarlama süreci nasıl gelişti?

Kitabın çizdiği haritayı takip etmeme rağmen, aslında metinlerin ve hikayelerin çoğu benim kalemimden çıktı. Film bu anlamda oldukça serbest bir uyarlama. Uzun bir araştırma süreci sonrasında son derece planlı bir çekim sürecimiz vardı. Hangi mekanlara gidileceği, oralarda hangi hikayelerin anlatılacağı senaryoda belliydi. Ama mekanların ve insanların sürprizlerine hiç kapatmadım bu süreçte kendimi. Filmin görüntü yönetmeni Florent Herry ile bu anlamda da çok uyumluyduk. Beklenmedik ve filme uygun olduğunu düşündüğümüz bir şey gördüğümüz anda hemen her şeyi bırakıp peşine düşebiliyorduk bazen. Mesela At Meydanı’ndaki Ramazan görüntüleri planlı değildi, ama kendimizi birden içinde bulduk.

Evden çıkmadığımız, sokaklarda eskisi gibi gezmediğimiz şu dönemde filme dönüp bakmak size neler hissettiriyor?

Bir parçam hâlâ sokaklarda yürüyor gibi hissediyorum...

Değişkenliğiyle meşhur İstanbul’un, aslında ne kadar değişirse değişsin, temelde biraz aynı kaldığını da vurguluyor sanki film. Üst ses Kumkapı’nın Ermeni göçmenlerinden bahsederken, Ermeni kilisesindeki siyah ziyaretçileri görünce anlıyoruz bunu. İstanbul’un değişimle ilişkisi nasıl sizce?

Kumkapı, filmin anlatıcılarından Pakrat Estukyan’ın çok güzel ifade ettiği gibi, yüzyıllar boyunca pek çok göçmen için şehirle ilk temas noktası olmuş ve bu niteliğini hâlâ koruyor. Bununla ilgili senaryoda Kumkapı üzerine bambaşka bir hikaye yazmıştım hatta. Sonra sözünü ettiğiniz sahneye tanıklık edince her şey yerli yerine oturdu. O gün patrikhanenin karşısındaki Surp Asdvadzadzin kilisesinde çekim yapacağımız çok önceden planlanmıştı, ama Etiyopya cemaatiyle karşılaşmayı beklemiyorduk. İstanbul’da tekerrür ve tahrip hep iç içe...

Filmin sonlarına doğru yeni bir ses devralıyor anlatıcılığı. Bu bakış açısını eklemeyi neden tercih ettiniz?

Filmin anlatıcısının bedensizliğine vurgu yapmak istedim. İzin verseler, bakışımızı tek bir kimliğin belirlemediğini fark edeceğiz. Kömürciyan’ın anlatımında da bunu hissediyordum. Şehirde yürürken yorgun bir adam, ürkek bir kadın ya da meraklı bir çocuk gibi hissediyoruz bazen. Bu yalnızca benim sesim değil, şehrin sokaklarında özgürce yürümek, izlemek ve aktarmak isteyen pek çok kişinin de sesi aslında.

Çekimler için girmek istediğiniz ama giremediğiniz yerler olmuştur. Önünüze böyle engeller çıkınca nasıl başa çıktınız bu durumla?

Hem yapım ekibi hem filmin destekçileri sayesinde inanılmaz özverili bir mekan çalışması yapıldı, özellikle Rum ve Ermeni patrikhaneleri çok yardımcı oldu. Yüzün üzerinde kurumdan ve mekandan tek tek izin alındı. Çok önemli birkaç mekana tüm izinlerimiz yerinde olmasına rağmen giremedik. Aslında giremediğimiz mekanlardan ülkedeki güncel siyasi gerilimleri okumak da mümkün. Ben de giremediğimiz mekanlarda, oranın hikayesine bu dışarıda kalmışlık hissiyle yaklaşmak istedim. Mekandan vazgeçmedim, bir şekilde hikayesini değiştirerek dahil ettim anlatıya.

İstanbul’da gezmeyi özleyenlere şu aralar hangi filmleri izlemelerini önerirsiniz?

Atıf Yılmaz’ın ‘Ah Güzel İstanbul’u, Maurice Pialat’nın ‘Bosfor’u, Belmin Söylemez’in ‘Şimdiki Zaman’ı, Ben Hopkins’in ‘Hasret’i ilk aklıma gelenler.

‘Ah Gözel İstanbul’u MUBI’de izleyebilirsiniz.

www.mubi.com

Tavsiye edilen
    Reklâm