The Neon Demon

2016 Cannes Film Festivali’nin perde arkası

İyisi ve kötüsüyle bir Cannes Film Festivali daha geride kaldı. Bu senenin kazananlarını basın yuhaladıysa da, George Miller’ın başkanlığındaki jüri göklere sığdıramadı

Reklâm

Bu seneki Cannes Film Festival’inin başlamasına günler kala, güneşli bir günde petank oynayıp denize giren kasaba sakinleri, Michael Bay’in aksiyon filmlerini aratmayacak dehşet verici bir sahneye tanık oldu. Olası bir terör saldırısına karşı yapılan bir tatbikatta, maskeli ‘terörist’ler ve plastik silah taşıyan bir grup polis, festival binasının önünde kıvrılan kırmızı halıda hırsız-polis oynadı. Güvenlik seviyesinin en üst düzeye çıkarılması ve festival başladıktan sonra emniyet güçlerinin sinefilleri tedirginleştiren silahlı devriyeleri yüzünden, Cannes bu sene gergin geçti diyebiliriz.

Her sene olduğu gibi, uzun süre akılda kalacak ve sağlıklı bir gişe/festival yaşamı sürecek başyapıtların yanı sıra, kızgın eleştirmenlerin gazabına uğrayan kötü filmler de birden fazlaydı. Bizim en beğendiğimiz filmler arasında ise ‘Oldboy’un (2003) yönetmeni Park Chan-wook’dan ‘The Handmaiden’, Maren Ade’nin eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan filmi ‘Toni Erdmann’, provokatör filmleriyle tanınan Nicolas Winding Refn’den ‘The Neon Demon’ ve Romen Yeni Dalga sinemasının ustaları Cristi Puiu’dan ‘Sieranevada’ ve Cristian Mungiu’dan ‘Bacalaureat’ vardı. George Miller başkanlığındaki jüri, uluslararası basının da beğendiği bu filmleri eli boş gönderirken, çok kuvvetli bir senenin çürük yumurtalarına ödül dağıtmayı seçti. Kültleşmiş ‘Mad Max’ serisinden sonra tuhaf bir şekilde ‘Babe: Pig in the City’ (1998) ve ‘Happy Feet’ (2006) gibi aile filmlerine yönelen Miller’ın jürisinden bir o kadar tuhaf kararlar çıkmasına şaşırmamalıydık.

Bu senenin Altın Palmiye’si, ödülü daha önce ‘The Wind That Shakes the Barley’ (2006) ile kazanmış usta yönetmen Ken Loach’un ‘I, Daniel Blake’ adlı aile dramına verildi. Loach’un aşina olduğumuz sol siyasi görüşünü ahlakçı ve açıkçası biraz sıkıcı bir şekilde aktaran film, işsiz ihtiyar Daniel Blake (Dave Johns) ve bekar anne Katie’nin (Hayley Squires) acılarını Yeşilçam’ı aratmayan bir melodramatik üslupla servis ediyor. Eleştirmenler, klişelerle dolu bu haksızlıklar hikâyesinin Loach sinemasının zayıf bir örneği olduğunu düşünse de, George Miller başkanlığındaki jüriye söz geçiremedi. Festivalin bir diğer sürprizi de, genç yönetmen Xavier Dolan’ın basın gösteriminde yuhalanan ‘Juste la fin du monde’ ile ikincilik ödülü olan Büyük Ödül’ü kazanması oldu. Yarışmanın üçüncülüğü sayılan Jüri Ödülü ise bu ödülü daha önce iki kez kazanmış olan Andrea Arnold’un ‘American Honey’ adlı filmine layık görüldü. Amerika’nın fakir şehirleri ve zengin taşralarını üç saatlik bir yolculukta arşınlayan bu deneysel yol filmi, eleştirmenler arası fikir ayrılıklarına yol açsa da, Jane Campion’ın ‘The Piano’sundan (1993) neredeyse çeyrek asır sonra bir kadın yönetmene Altın Palmiye getirecek kudretteydi.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm